- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Yetiş Ya Yerel Basın Benim Derdime!

Hani meşhur sözdür “Terzi söküğünü dikemez” diye.

Bizimki de o hesap. Herkesin derdine, kendi imkanlarımız ölçüsünde derman olmaya, kamuoyuna yansıtmaya, kamuoyunda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olayları da, daha geniş kitlelere yaymak, sorunları ortaya koymak, eleştirilerde bulunmak için çaba harcarız da, kendi söküğümüzü dikemeyiz.

Bunun en basit ispatı ise kendi sorunlarımızın, diğer sektörlerin sorunları kadar kendi basın ve yayın organlarında yer almaması olarak da görülebilir.

Her ne kadar hükümet çevreleri, kişi başına düşen gelir seviyemizin 5 bin 500 dolara çıktığını öne sürse de, toplumun geniş kesimine böyle bir yansımanın olmadığını da yine bizler biliyoruz.
Aslında ekonomi ile ilgili çizilen pembe tabloları dinlediğimiz zaman, bazen hangi ülkede yaşadığımı da şaşırmıyor değilim hani!..

Sık sık kendimi kontrol ediyorum ve acaba farkında olmadan, herhangi bir Avrupa ülkesinde yaşayıp yaşamadığımı kontrol ediyorum.

Allah’a şükür ki, yaşamıyormuşum!..

Neyse, biz yine asıl konumuza döndüğümüzde, bu ülkede iş yapan her sektör gibi, basın ve yayın sektöründe yer alan bizler de, son derece ekonomik güçlükler içerisinde ayakta kalma çabası sergiliyoruz.

En nihayetinde, her ne kadar kamu hizmeti görsek de, sonuçta bizler de birer ticari kuruluşuz.
Her ticari kuruluşun olduğu gibi bizim de amacımız kâr sağlamak. Çünkü, elde edilen kâr bizlerin geçim kaynağımızı oluşturmaktadır.

Özellikle yerel basın olarak yaygın basın ile karşılaştırılamayacak kadar geri kalmış bir boyutta hizmet üretmeye çalışıyoruz.
Onların yanına yaklaşmamız dahi söz konusu değil.
Herşeyden önce, onların yüzlerce hatta kimilerinin binlerce kişi ile oluşturduğu bir gazeteyi, bizler birkaç kişi ile günlük olarak sizlerin beğenisine sunmak zorundayız.
Sonuçta, herşey ekonomik bir yaptırıma dayandığı için, bir anlamda amiyane deyimle “Ne kadar ekmek, o kadar köfte” örneğindeki gibi, bizim de etimizle budumuz arasında biçilen ekonomik değerle, oluşturduğumuz gazeteler ve yayınlar son derece doğru orantılı olmaktadır.

Yalnız, yerel basın konusunda tarihsel gelişimi çok eskilere dayanan ve bir asırın üzerinde bir geçmişi olan Balıkesir genelinde, vatandaşın da sahiplenme olgusunun son derece zayıf olduğunu da dile getirmekte yarar olduğunu düşünüyorum.
Mutlaka sizler de dikkat etmişsinizdir, bulunduğumuz çevreyi ilgilendirecek bir olayın kamuoyuna yansıtılmasında, ilgili kişi, kuruluş ya da kurumların ilk aklına gelen yerel basın olmaktadır.

Ya telefonla, ya faksla, ya da herhangi bir şekilde bizleri arayıp, “Yarın, falanca yerde, şu şu konularda basın açıklamamız olacak, aman bir arkadaş göndermeyi unutmayın!..” derler.
Olayın toplumsal boyutuna göre de göndermeye çalışırsınız.

Hatta zaman zaman, birbirinden habersiz olarak aynı zaman diliminde birkaç toplantı ya da etkinlik olur ki, işte en çok zorlandığınız durumlar, bu durumlardır.

Çünkü, elinizde kısıtlı ekip vardır ve hepsine de yetişmek zorunda olmanız durumunda, çaresiz kaldığınızı görürsünüz.
Ama yine de birşeyler yapar, hepsine de bir şekilde yetişirsiniz.
Bunu yaparken de, mucizeler yarattığınızı bile düşünürsünüz!..

Ya da, elinizdeki son derece kısıtlı imkanlarla birini veya ikisini zorunlu nedenlerden dolayı at-lamak mecburiyetinde kalırsınız.
İşte, böyle durumlarda da peşin peşin eleştirilmeyi de göze almakla da mükellefsinizdir.

Gönderdiğiniz etkinlikler için, herhangi bir ilgili veya yetkili açıp da teşekkür etme ihtiyacı duymaz. Ona göre, size haber çıkartmaktadır ve siz onun yarattığı habere mutlaka bir muhabir göndermek zorundasınızdır. Öyle görür olayı.

Ama dediğim gibi gönderemediğiniz du-rumda ise öylesine ağır eleştirilerle karşılaşırsınız ki, şaşar kalırsınız.

Ne yaptığı etkinliğin herhangi bir haber değerinin olup olmadığı sorgulamasından tutun da, sizin onların bu tür etkinliklerine maksatlı baktığınız suçlamasına kadar salvo atışına tutulursunuz.

Oysa ki, sizin tek geçerli mazeretiniz, elinizde yeterli eleman olmamasıdır. Ama bunu karşı tarafa anlatamazsınız.

Bu kişi, kuruluş ve kurumların en küçüğünden en büyüğüne kadar geçerli olan bir düşünce şeklidir.
Tabii yerel basın, en başta kendi yayın alanı içerisindeki sorunlara eğilecektir. Onları dile getirecektir, onları kamuoyunun tüm katmanlarına en geniş bir şekilde aktaracaktır. Bu olmazsa olmaz görevlerinden biridir.

Fakat, bunu yaparken, sizin de yaşamaya hakkınız olduğu hep unutulur, her nedense!..

Sizi davet edip de, sorunlarını aktaran kişi ya da kuruluşlara, “hadi bari sen de abone ol” dediğinizde ise yandığınızın resmidir.
“Biz zaten yeterince günlük gazete alıyoruz, bir de size abone olursak batarız...” tarzında bir yaklaşımdan tutun da, “Yerel basında okunacak birşey bulamıyoruz ki, neden abone olalım...” şeklindeki varsayımlara kadar yüzlercesiyle karşılaşırsınız.
En basitinden, Bandırma’da yüzlerce kahve var!.. Hepsi de her gün en az 5-10 günlük gazete alıyor. Yaygın basının gazetelerini tabii ki.
Hiç birinde yerel basını göremezsiniz. Çünkü hiçbiri abone değildir. Eğer varsa, bilin ki o abonelikten değil, hediyelik statüsünden geliyordur.

Bugün toplumda en çok gazete okunan yerlerin başında kahveler gelir biliyorsunuz. Ama onlar da yerel basına körün baktığı gözle bakarlar. Ayda, 100-150 YTL gibi bir parayı büyük büyük gazetelere vermeyi çekinmezler de, bir gazeteye abone olmak için aylık 15 YTL’yi gözlerinde öyle bir büyütürler ki, anlamak mümkün değil. Ama sorunlarını da sadece size aktarırlar. Gidip de, hergün aldıkları gazetelere söyleyemezler...
Bu sadece küçük bir örnek. Sadece kahveci esnafının değil, en büyük sanayi kuruluşunun da bakışı aynıdır. Onlar da, size abone olmamak için her türlü direnci gösterirler.

Ne yapalım, bizler de böyle bir toplumuz işte.
Ama yine de bu mesleği çok seviyorum.
Her türlü şarta rağmen okuduğunuz için sizi de...

Toplumsal paranoya mı?

Özellikle son birkaç haftadan bu yana, ülke genelinde başlatılan Anayasa tartışmaları, öyle boyutlara geldi ki, artık toplumsal bir paranoyanın eşiğine geldiğimizi söyleyebiliriz.

Anayasanın sivilleştirilmesi ile birlikte ayyuka çıkan tartışmalar, sanki yıllardan beri sivil anayasa istenmiyormuş gibi, hemen karşı cepheleri oluştururken, bekledikleri rantları bulamayan bazı medya kuruluşlarının karşı propaganda faaliyetlerine dönüştürülmesi de son derece düşündürücü bir boyuta ulaştı.

Türkiye’nin önde gelen bir iki medya kuruluşunun, yeni anayasada laikliğin ortadan kaldırılacağı, demokrasinin kısıtlanacağı, hürriyetlerin örseleneceği, mahalle baskılarının artacağı şeklindeki yayınlarını doğruyu söylemek gerekirse hayretle ve üzüntüyle izliyorum.

Bir de, laikliğin teminatı olarak ordu-nun gösterilmesini son derece yadırgı-yorum. Neden ordu da, millet değil?
Biz her zora geldiğimizde “Ya medet ordu” diye feryat figan mı bağıracağız?
Hani, darbe yaptı diye bu orduyu kimileri faşist diye nitelendiriyordu. İşin acı tarafı da nitelendiren ile şimdi sarılan kesimin de aynı olması.

Anlaşılan, bizler hâlâ kendi değerle-rimize sahip çıkabilecek bir toplumsal olgunluğa erişememişiz.
Unutulmasın ki, demokrasiye de, laikliğe de, cumhuriyete de sahip çıkmak, en başta bu milletin görevidir. Biz sahip çıkmazsak, sesimiz de çıkmaz!..

DOĞRU SÖZ... DOĞRU SÖZ... DOĞRU SÖZ..

- Doğru bildiklerini anlat, ama akıl vermeye kalkma,
- Anlatılanları iyi dinle, ama hepsini doğru sanma.

- Sessiz kalmak, birşey bilmediğin anlamına gelmez,
- Çok konuşmak da çok şey bildiğini göstermez.

-Herkesi kendine eşit gör, her kim olursa olsun bir insanı küçümsemek akılsızlık, çok büyük görmek de korkaklıktır.

- Cesaret akıldan gelirse cesarettir, bilgisizlikten gelirse cehalettir.
(Kızılderili Atasözleri)