- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

VicdObezite

(Vicdani Obezite)

Vicdanı obez olanlar!

Günümüzün yaygın bir hastalığı olan obezite ile ilgili olarak, uzmanlar yoğun bir şekilde uyarıda bulunmakta ve tedavisi adına çaba sarfediyorlar. Obezite sağlıklı yaşamın önünde önemli bir sorun olduğu gibi görsel anlamda da estetik anlayışımızı kökten dumura uğratan bir durum.

Bir yandan aşırı ve dengesiz beslenmenin alameti iken diğer yandan insanoğlu açısından utanılacak bir tablo. Utanılacak tablo olması kesinlikle göz zevkimiz ile ters orantılı oluşundan değil.

Birlikte yol aldığımız gemide, açlıktan insanın kırıldığı vahim bir durum söz konusu iken geminin üst katlarındaki insanların aşırı yemelerinden dolayı kırılmaları ve buna bağlı yaşamı zorlaştıran rahatsızlıklardır elbette. Ki hiç kimsenin açlık problemi olmasaydı bile obezite gibi bir sorunun ortaya çıkışı fıtri yapımızla bile taban tabana ters orantılı bir vakıa olacağını, tahmin ediyorum kanaat önderlerimiz ve tıpçılarımız tarafından ele alınacak ve bir sendrom, patalojik bir hastalık vicdani yönden hoyratlık olarak değerlendirilecekti.

Konusu “Obezite” olan bir sözün akışı bizi “Vicdan” sözcüğü ile ilintilendirmişse, var bunda bir hikmet deyu, destur ile konuyu ele almak istiyorum.

Vicdan ve obezite kavramları arasında her ne kadar ters bir orantı gözüküyor ise de “Vicdan” sözcüğünün yanına bir de “lık” ekini getirdiğimizde ikisi arasındaki kolerasyon ilişkisi açığa çıkmış olacaktır. Obezite ile birlikte, vicdansızlığı ele almanın belki de daha sağlıklı olacağını tahmin ettiğim gibi sorunun çözümünde de önemli bir yer tuttuğunu zannediyorum.

Vücut obezitesinden önce vicdan obezitesine çare bulmak gerek.

İnsanların vicdan obezitesine yakalandığı asrımızda, sağlık yönünün ötesinde vücut çirkinliğine (şişmanlığa) sebep olduğu için önemsenen obezitenin manevi versiyonu olan vicdan obezitesini kimse önemsememekte, dikkate değer bulmamaktadır.

Obez bireylerin şişman bir toplum oluşturacağı gibi vicdansız veya çalışmayacak kadar obezleştirilmiş vicdanların çoğalması da vicdansız bir tolum oluşturacaktır ve bu, insanlık yaşamında vücut obezitesinden de daha vahim sonuçlara gebedir.

Vücut güzel görünsün diye dış güzellik kurbanı edilen asrımız insanı, iç güzelliği sağlayan vicdanı pek de önemsememektedir.

Çünkü görsellik, manadan daha ön plana çıkmış, işe yaramakta ve daha iş gören bir olgu olmuş asrımızda. Bu yüzden görselliğe hitap etmek revaçta ve görsellik çok önemsenmektedir.

O kadar ciddiye alınıyor ki, bazı devletlerin/hükümetlerin obeziteyi önlemek için devreye girdiği, hatta vatandaşlarını önemseyenlerin bunu artık sağlık bağlamında devlet/hükümet politikası yapacağı yönünde duyumlar da var.

Obezite, insan vücudunda yağ hücresi(leri)nde depolanan doğal enerji rezervlerinin ciddî risk oluşturacak düzeyde artması ve sonuçta ölüm oranlarının kaçınılmaz olarak yükselmesi ile karakterize bir hastalıktır.

Bazı verilere göre coğrafyamızda toplumun %30’undan fazlası obez (erkeklerin % 7.9’u, kadınların %23.4’ü) olduğu söylenmektedir.

Peki ya vicdanları obezite olanların sayısını bilen var mı?

Öncelikle vicdanı biraz açmak isterim.

Vicdan, akıl mı/beyin mi, gönül mü/kalp mi?

Yani; vicdansız denildiğinde; beyinsiz, akılsız veya kalpsiz mi denilmek istenir, yoksa vicdan bunlardan başka üçüncü bir şey mi?

Akıl, kalp ve vicdan!

Üç katlı bina düşünün; en tepesinde de vicdan dairesi, vicdana ulaşmak ve işlevselliğinden istifade etmek için alt katların çıkılabilir durumda olması gerekir.

Vicdan: Kalbi harekete geçiren merkez, kalbin içinde olan ve kalbi çalıştıran/harekete geçiren (elektroniğini sağlayan) merkez olarak da tanımlanabilir.

Yani vicdanın kalp ile bir ilişkisi de var.

Kalp: Sözlükte "bir şeyin içini dışına çıkar­mak, altını üstüne getirmek, ters çevir­mek, bir şeyi başka bir şeye dönüştür­mek ve değiştirmek" gibi anlamlara gelen kalp kelimesi [1] vücutta kan dola­şımını sağlayan organın adıdır.

Kalp, dinî ve tasavvufi bağlamda bilgi ve düşünce­nin kaynağı veya aracıdır. Bir et parçasından ibaret olan kalple bir ilişkisi ol­makla birlikte ondan ayrı olan bu anlamdaki kalbe "rabbânî latife" ve "ilâhî cev­her" de denir.[2]

Ve vicdanın kalp ile ilişkisine işaret eden ayette Allah, “Kalplerinin içinde hastalık var[2/10]” dediğinde bence kast edilen yer/şey vicdandır.

Dikkat edin! Allah, kalpleri hasta dememiş. “Kalplerinde” derken içini kast ediyor ve bundan anlıyoruz ki kalbin içi boş değil, kalbin içinde bir şey veya bir şeyler var. Ve biz buna kendimizce “Vicdan” diyoruz.

Ve diyoruz ki kalplerinde yani kalplerinin içinde olan vicdanı hasta olanlar kast edilmiştir!

Bir hadiste bu husus, "Kalpte iki dürtü vardır, biri melekten, diğeri şeytandandır”. [3] Melekten olan dürtü hastalanıp zayıf olduğunda, şeytandan gelen dürtü iktidarı ele alır.

Yani kalp, sadece kan pompalayan bir araç değildir.

Sehl b. Abdullah et-Tüsterî, kalbi arşa, sadr-ı kürsîye benzetmiştir. Sehl’e göre Allah'ın kıblesi Kâbe, kalbin kıblesi niyet, bedenin kıblesi de kalpdir.

Sûfîle­re göre dinî hakikatler ve ilâhî sırlar hak­kında bilgi edinmenin en güvenilir yolu kalptir. Akıl bu alanda yetersizdir.[4] Ancak kalbin doğru ve güvenilir bilgi ver­mesi için olgunlaşması, günah kirinden, bilgisizlikten, taklid ve taassuptan temiz­lenmesi gerekir. Mutasavvıflar, kalp tasfi­yesi veya nefis tezkiyesi denilen bir yön­temle temizlenen kalbin dinî ve ilâhî hakikatleri doğrudan ve aracısız olarak bileceğine inanırlar. [5]

Tasavvufta bilginin kaynağı kalptir. An­cak kalp aklın karşıtı değildir; bir yere ka­dar akılla iç içedir. Akletme kalbin bir işle­vidir, düşünceyi üreten aklın kaynağı kalptir. Metafizik konularda kalbin aklı aştı­ğını söyleyen sûfîler bu konularda kalbin sezgisini esas almışlardır. Onlara göre sözlükte "bağlamak" anlamına gelen ak­lın faaliyet alanı dar ve sınırlı, buna karşılık kalb âlemi çok daha geniştir. [6]

Mutasavvıflar, “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir. [8/29]” ayetine ve "Eğer takva üzere olursanız Allah size bir furkan (ilham) ve­rir, “Fetvayı kalbinden iste”[9] mealindeki hadislere dayanarak kalbin bilgi kaynağı oldu­ğunu söylerler.

Ki burada bunun “Vicdan” olması büyük ihtimaldir.

Fakat, iman edenlerin böylesi anlayışa sahip olmaları Allah’a karşı gelmemeye yani çizdiği sınırları aşmamaya bağlanmıştır…

Oysaki günümüzde hangi mü’min bu sınırları aşmamaktadır?

Allah’ın haram kıldığı zülmü işlemeyen, öldürmeyen, mala ve namusa tecavüzü, aldatmayı vb. fiillerin tümünü değil de bunlardan sadece birini işlemeyen var mı?

Bu işleri işleyenin vicdanı nasıl doğru kararlar verebilir ki?

Asrımız buna canlı tanıktır…

Kalbi iyi olanın “Vicdan” sesi iyi, kötü olanın da kötü olacaktır elbet.

Akıl, kalp ve vicdan birbirlerinden ayrılamazlar belki de.

Kalbi bir mahkeme, vicdanı da bir hakim olarak algılarsak; hakimin kişilikli ve dürüst olması ile kişiliksiz ve menfaatçı olması, verilecek hükümlere nasıl yansır ve bu hükümlerin doğruluğu ve tarafsızlığı ne derecede olur? Akıl ise delilleri toplayan ve hakime sunandır.

Evet vicdanlarımızı kişiliksizleştirecek davranışlardan uzak durmalıyız!

Kalb eğer, haramlar ve günahlar ile kirletilir; şeytan ve nefsin doyumsuz isteklerine teslim edilirse, hayatımız artık hiçbir anlam ifade etmez. Böyle bir insanın vicdanı kötülük ve çirkinliklere alıştığından artık haramlara, şahsi çıkarlı kararlara yönelir ve bu içtihadlara doğru ve alelade fiiller olarak bakmaya ve yaptığı işleri kararan vicdanında meşrulaştırmaya çalışır.

Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde: “Kul bir günah işlediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahından tevbe edip uzaklaşırsa kalbi arınır. Tevbe etmeyip günah işlemeye devam ederse, o siyah nokta artar ve nihayet kalbin her tarafını kaplar”[9] buyurarak, haram ve günahların insanoğlunu sürükleyeceği bu tehlikeli duruma çok veciz bir şekilde işaret etmiştir.

İnsanın vicadnını kirletecek unsurlar o kadar çok ki.

Fakat insan vicdanını korumak için yalnız ve eli boş değildir.

İmanı onun için bir kalkan, zikri onun için bir silahtır.

Ancak bunlardan habersiz olan biri, kendini yalnız hisseder ve teslim olur.

İbni Abbas der ki: "Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Şeytan insanoğlunun kalbi üzerine çöker. İnsan Allah'ı andığında şeytan gizlenip kaçar. Allah'tan habersizleşince şeytan yine vesvese vermeye başlar." Öyleyse ister cinlerden, ister şeytanlardan (hatta insanlardan) olsun, vicdanına gelen tüm vesveselere teslim olacağına bu kalkan ve silahını kuşan.

Vicdan, kalp gibi inanan veya inanmayan herkeste var.

Mü’min, hem imanının gereği olarak Allah ve resulünün çizdiği daireden çıkmayarak ve bu suretle vicdanını da korumayı başararak hem de vicdanının rahatsız olduğu şeyleri yapmayarak yaşar. Fakat inanmayan sadece vicdanıyla hareket eder. Ve bu vicdan nefse tabidir ve ölü gibidir. Üçüncü bir ara kısım vardır ki günahkarların vicdanıdır bu.

İşte konu aldığımız vicdan da, mü’min fakat günahkar olan birinin vicdanıdır.

Bu vicdan günahları yuta yuta, işleye işleye obez olmuştur, yağ bağlamıştır ve görevini hakkıyla yapamamaktadır; iyiyi ve kötüyü ayırt edememektedir artık.

Peygamberimiz de (s.a.s) vücut obezitesine veciz bir sözüyle işaret etmiştir. Allah resulu asırlar öncesinden “Ümmetim hakkında en çok korktuğum şeyler: Göbek bağlamak, çok uyku, tembellik ve yakîn (iman) azlığıdır.” buyurarak şişmanlık tehlikesine dikkatleri çekiyor ve ümmetini uyarıyodu. Göbek bağlamak; hadisteki ifadesiyle “kiberul-batndır”.

Vücudumuzu tabiki koruyacağız ve dikkat edeceğiz, peki ya;

Aklı korumak, Kalbi korumak ve vicdanı korumak…

Asrımız devletleri-hükümetleri, sadece insanın fiziki yönüyle ilgilenmekte, dış dünyasıyla uğraşmakta ve bu yönünü tatmin etmeye çaba göstermekte, iç boyutunu gözardı etmektedir.

Günümüzde vicdana yanlış kararları aldıracak tavırlardan koruyarak vicdan obezitesini önlemek de artık bir devlet-hükümet politikası arasında olmamalı mı?

M. Burhan HEDBİ/25 Aralık 2011 Pazar


******

DPNT
[1] – Cevheri, 204; Lisâ-nü'l-Arab, "klb" md.

[2] – TDV İslam Ansiklopedisi c: 24, s: 299, 230, 231

[3] – Tirmizî, "Tefsîrü'I- Kur'ân", 2/35

[4] – Kelâ-bâzî, s. 63; Gazzâlî, el-Münkız, s. 16, 75

[5] – Gazzâlî, İhya', III, 19-21; Mevlânâ, I, 344

[6] – TDV İslam Ansiklopedisi c: 24, s: 232

[8]  – Müsned, IV, 194, 224; Dârimî, "Bü­yü*", 3; Aclûnî, I, 124

[9] – İbn-i Mace, Zühd, 29.