- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Vekilimiz Bu mu? Yazık!..

Bandırma Atatürk caddesinde bulunan PTT merkezine giren bir kişi, içeride bulunan kalabalık sayılabilecek hizmet bekleyen vatandaşları hiç dikkate dahi almadan, hemen işini halledebilmek için görevli memurun önüne geliyor.

Yeni uygulamaya göre, PTT şubesi de artık banka şubesi gibi numara alıp sıranızın gelmesini beklediğiniz bir teknolojik duruma dönüştürüldüğü için de vatandaş elindeki numarasını, ışıklı tabelalardan takip ederek, kargaşaya yer vermeden sırasını bekliyor.

Sırada belki 40-50 kişi var. Bir o kadara yakın da içeride sıkıldığı için dışarıda bekliyor sırasını.

Ve, adımlarından aceleci olduğu anlaşılan şahıs, sırada bekleyen o kadar kişiyi dikkate dahi almadan doğru görevli memurun önüne geçip, “Ben milletvekiliyim, benim şu işimi hallet hemen!..” diye talimat veriyor.

Vah benim zavallı memleketim vah ki ne vah vah.

Bu adam daha bir iki ay önce, milletin önünde ceket ilikleyip, “Sevgili vatandaşlarım, eğer beni seçerseniz....” diye başlayan nutuklar atıp, yapacağı hizmetlerin taahhütlerini veriyor, konuşmasının sonunda da “Her zaman hizmetinizde olacağım” diye de ekliyordu belki de.

İşte, milletini nasıl kandırdığı bir kez daha su üstüne çıkan bir vekil portresi size... Yazık ki ne yazık!..

Milletini ezen, milletini çiğneyen, milletini insan yerine koymayan ve milletin vekili olması sıfatıyla kendisine tanınan dokunulmazlık zırhını sonuna kadar kullanan bir garip kişi...

Aslında gariplik bizim Anayasamızdan kaynaklanıyor belki de!..

Nerede görülmüş suretlerin, aslından çok daha değerli olduğu ki?

Biz, suretimizi yani vekilimizi seçiyoruz, sırf bize hizmet etsin diye...

Ama seçtiğimiz vekil tepemize mıçıyor...

Yazıklar olsun böyle vekile...

Şimdi, bunu vekil diye seçen millet, acaba üzülmüyor mudur?

Bence kahroluyordur.

O kadar kişi sırada bekliyor, millet olarak... Vekil efendi geliyor ve kendini seçen bu milletten öylesine soyutlanmış, öylesine bir ayrışmaya uğramış ki, onları belki de sinek gibi dahi görmüyor...

Hani derler ya, “Küçük dağları ben yarattım” diye, işte vekil efendi, böylesine bir hava ve endam içerisinde görevli memura gidip, işini halletmesi için emir veriyor; “Ben milletvekiliyim, sıra mıra beklemem!..” diyerek.

Memur, sıraya girmesini söylemesine karşın, öfkeleniyor, köpürüyor, çileden çıkıyor vekil efendi.

Vay efendim, “sen bana nasıl sıraya geç” dersin diye, görevli memur bayana sarıyor.

“Ben milletvekiliyim” diyor tekrar. Demeye getiriyor ki, “Beni buradaki sıra bekleyen basit insanlarla nasıl bir tutarsın. Benim dokunulmazlığım var ve senin de canına okurum!..”

Hatta, bayan memurun yakasına dahi yapışıyor vekil efendi.

Sırada bekleyen onlarca vatandaş da tepki gösteriyor doğal olarak. Öyle ya, onlar aslı, onları aşağılayan, onları küçümseyen, onları insan yerine dahi koymayan kişi ise onların vekili.

Dedik ya, bir garip anayasamız var ve sureti, aslına istediği gibi posta koyup, aşağılayabiliyor!..

İçlerinden yürekli bir kişi de çıkıp, “Sen milletvekiliysen ben de başbakanım!.. Geç bakalım sıraya” diye öfkesini dile getiriyor.

Alnında yazmıyor ya, milletvekili olduğu. Zaten vekil efendi de, hiç kimseye kimlik göstermek gibi bir zahmete de katlanmaya gerek duymuyor.

Bunun üzerine polis çağırılıyor PTT’ye. Müdahale etmesi için. Ama, gelen polis ne yapsın ki?

Adam “Benim dokunulmazlığım var. Bana dokunursanız, sizi süründürürüm” yaklaşımı sergiliyor. Polis de dokunamıyor. Bu kez, suretin öfkesinden kurtulmak için, aslını yatıştırmaya çalışıyor; “Ya kardeşim boşverin. Bunların dokunulmazlığı var. Bari siz anlayış gösterin de, uymayın...” diyerek.

Bağıra çağıra, işini gördürüyor vekil efendi ve kendisine öfke dolu bakışlar atan milletine son bir kez dönüp, küçümseyen bakışlarla karşılık veriyor ve işini halletmenin mutluluğu ile çıkıp gidiyor.

Kim mi bu garip vekil?

AKP’nin Antalya Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç.

Geçtiğimiz yıl, Bandırma İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde iktisad dersi veriyordu.

Hem de, prof. Vekilliğinin yanı sıra.

Anlayacağınız, okumuş yazmış adam sınıfından.

Bir kez daha, milletini küçümseyen, aşağılayan böyle bir vekilin, prof.luğuna da üzülüyorsunuz.

“Bunu kim prof. yapmış?... Bu nasıl prof. olmuş?” diye hayretler içerisinde kalıyorsunuz.

Akademisyenliğin de bir hazmı vardır. Demek ki, herkes bir takım sıfatları hazmedemiyormuş!..

Yurt dışında alınan eğitimler, Çankaya Üniversitesinde öğretim üyeliğinde bulunmalar, Beykent Üniversitesinde rektörlük yapmalar, demek ki sırf milleti ezmek, sindirmek, onları hor görmek içinmiş diye düşünüyorsunuz.

Daha sonra daha farklı şeyler de düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz.

Akademisyen ünvanlı, öğretim görevlisi bir bilim adamının yetiştirdiği öğrenciler için üzülüyorsunuz.

Böyle bir kişiliğin verdiği eğitimin karşılığında, eğitimi alanın, yarın birgün bu millete neler yapabileceğini düşünüyorsunuz, ister istemez...

Hani, vekil dayak atmasa da dayak atmaktan beter ediyorsa, yetiştirdikleri kimbilir tekme-tokat, yumruk-kafa olarak mı girişir bu millete?

Yok yok!.. Aslında kabahat yine bizde.

Kavun alırken altını bile kokluyoruz da, vekil seçerken nedir-ne değildir bakmıyoruz bile.

Bize de müstehak herhalde. Seçmesini öğrenelim.

Yanlış anlaşılan haber

Bugün mübarek Ramazan ayının birinci günü.

Ramazan ayına girmeden, yaygın televizyon kanallarında, aşırı derecede artan gıda maddelerinin fiyatlarının neden bu kadar şiştiğine yönelik haberler birbirini kovalıyor.

Tarlada 50 kuruş olan domates, tüketiciye gelene kadar 1,5-2 YTL’ye çıkmış.

Bu aradaki farkı, tonlarla çarptığınız zaman korkunç derecede aşırı kârlar söz konusu oluyor.

Yapılan haberde, tüketici de şikayetçi, satan pazarcı esnafı da şikayetçi!..

Her iki taraf da pahalı mal almaktan dolayı dert yanıyor.

Pazarcı esnafı diyor ki; “Ben halden pahalı alıyorum, normal kârımı koyup satıyorum. Pahalı aldığım için de pahalı satmak zorunda kalıyorum” diyor.

Vatandaş zaten lükse kaçan herhangi bir şey almak bir yana, evinde tencere kaynatacak sebzenin peşin-de. Ama yanına bile yaklaşamıyor.

Garip bir durum vesselam.

Sonra yapılan derinlemesine incelemede, üreticiden çıkıp da, tüketiciye uzanana kadar arada birkaç el değiştiren bir aracı zinciri, kendilerine adeta saadet zinciri yaratmış. Her biri 25-30 kuruş koyduğu için fiyatlar şiştikçe şişiyor.

Aslında, bu yeni bir durum da değil. Yıllara uzanan bir rezillik tablosu.

Hatırlıyorum da, bundan 25-30 yıl önce, İstanbul meyve-sebze hali, Eminönü ile Unkapanı arasında Hal diye bilinen yerdeydi. Haliç kenarında.

Her Allah’ın günü, o halden Haliç’in sularına tonlarca meyve ve sebze dökülürdü. Sırf mal çok geldiği zaman fiyatı ucuzlamasın, vatandaşa yine yüksek fiyattan satılsın diye...

Bunu da yapanlar, kabzımallardı.

Haliç’te her gün ya domatesler, ya patlıcanlar, ya biberler deniz üzerinde bir nevi adacıklar oluştururdu.

Mevsimine göre, kavun-karpuzundan, elma-armutuna kadar da yer alırdı, denize dökülenler.

İşte, biz de bu düşünceler içerisinde benzeri bir haber yapalım dedik.

Pazartesi günü, Pazartesi pazarını dolaşan arkadaşlarımızın yaptığı tesbitlere göre, fiyatlarda bir hayli yükselme meydana gelmişti.

İşin garip tarafı, pazarcı esnafı da bu durumdan şikayetçiydi, müşteri olan vatandaş da...

Vatandaş parasızlık yüzünden doğru dürüst alış veriş yapamıyordu, pazarcı da ekmeğini kazanamıyordu.

Öyle ya cebinde parası olmayan ya da kısıtlı olan insana ne satıp da ne kazanacaktı?

Aradaki saadet zincirini oluşturan aracılar da her yıl olduğu gibi bu Ramazan ayında da yapacaklarını yapmışlar, fiyatları şişirmişlerdi.

Bu düşünce içerisinde saadet zincirini oluşturan ve bu milletin sırtından haksız yere kazanç sağlayanlara yönelik ağır bir başlık attık.

Ancak, arkadaşlarımızın pazar yerinde çektiği görüntülerle de haberi kullandığımızda, ortaya yanlış anlaşılan bir haber çıktı.

Bazen, insanın ya dikkatinden kaçıyor ya da o an için baktığınız olaya o anlamı yüklemiyorsunuz.

Haliyle de pazarcı esnafını üzmüş olduk.

Allah’tan Halil Başkan uyardı da, bir yanlıştan döndük. Hatamız affola...