- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Türkiye-AB Ülkeleri Dernekler Mevzuatının Gelişimi (II)

Cumhuriyet Dönemi:

Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasının ardından mirası üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti birey ile devlet arasında ve devlet ile üçüncü sektör arasında yeni bir toplumsal sözleşme yapılmasını sağlamıştır. Sivil-ordu bürokrasisine aydınların da katılmasını getiren bu toplumsal sözleşme ile birlikte Türkiye'de batı tarzı merkezi yönetim sistemi benimsenmiştir.[21] [1] Cumhuriyet dönemine her ne kadar yeni bir devlet ve toplum projesi ile girilmiş olsa da, sivil toplum örgütlenmesi açısından Osmanlıdan gelen siyasal ve toplumsal miras ve kültürün büyük ölçüde devam ettiğini görmekteyiz. 1923 yılında, 1909 tarihli kanun değiştirilmiş ve dernekler büyük ölçüde yürütme organının denetimine tabi kılınmıştır. Bu durum 1926 yılına kadar devem etmiş, bu tarihte İsviçre Medeni Kanununun benimsenmesi ile Türkiye'ye liberal bir dernekler hukuku düzenlemesi gelmiştir. Cumhuriyet döneminde ayrı bir yeri olan tek partili dönemin, modernleştirici anlayışına ters düşen hiç bir cemiyete, örgütlenmeye geçit vermeyen yasakçı bir dönem olduğu bilinen bir gerçektir.

Türkiye’de Osmanlı yönetiminden sonra Avrupa’dan tercümeyle ülkemize uyarlanarak 1926'da yürürlüğe giren Türk Medeni Kanununun 53 vd. maddeleri cemiyetleri düzenler. O günün şartlarına göre bir düzenleme getiren bu hükümler yetersiz kaldığından, daha sonra 1938' de 3512 s.lı Cemiyetler Kanunu çıkarılmış ve bu üç kez değişikliğe uğramıştır. Bu da gelişen toplum ve şartlar karşısında yetersiz kalınca, 1961 Anayasasına uygun olarak, 1972'de bu alanda 1630 s.lı Dernekler Kanunu çıkarılmıştır.

Türkiye’de sivil toplumun dönüm noktalarından birisi olarak, 1946’da çok partili hayata geçiş gösterilebilir. Çok partili hayata geçiş sivil toplumun gelişmesi açısından da önemli katkılar sağlamıştır. Bu dönemde, siyasal alanda yaşanan gelişmelerin yanında, sivil örgütlenmelerin yaygınlaştığı ve güç kazandığı görülmektedir. Bu dönemde muhalefet odaklarının sesleri yükselmeye başlamış ve çeşitli şekillerde (siyasal partiler, basın kuruluşları, dernekler ve sendikalar gibi) örgütlenmelere imkân sağlanmıştır.[22] [2]

Türkiye II. Dünya Savaşından sonra, Dünyadaki ve Avrupa'daki yeni oluşumların içinde yer almıştır. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyinin kurucu üyesi olmuştur. 1938'de kabul edilen Cemiyetler Kanunu 1945 sonrası daha toleranslı olarak uygulanmaya başlanmıştır.[23] [3] 1946 yılında dernekler hukuku açısından önemli bir kanun olan 4919 Sayılı Kanun çıkarılmıştır. 4919 Sayılı Kanunla ilk kez Medeni Kanunun özgürlükçü serbest kuruluş sistemi ile Cemiyetler Kanunun düzenlemesi arasında paralellik kurulmuştur.[24] [4]

1950 yılında başlayan çok partili dönemde sivil toplum kuruluşları bakımından yeni bir süreç başlamıştır. Bu dönemde dernekler, vakıflar, dini gruplar, işçi sendikaları, işveren kesimi, köylü kesimi ve farklılaşan medya gibi unsurlar tek partili dönemden sonra yeniden ortaya çıkmıştır. Ancak bu gruplar siyasal yaşamın aktörleri olamamıştır.[25] [5]

1960 sonrasında yaşanan gelişmeler ile sivil toplum kuruluşları, sadece kamunun gücünün yetmediği alanları dolduran ikincil örgütlenmeler olmaktan çıkmış, baskı grupları olarak toplumsal ve siyasal gündemi oluşturmaya başlamıştır.[26] [6]

1961 Anayasası, özgürlükçü demokratik düzen içerisinde dernek kurma hakkı ve bir araya gelme özgürlüğünü kişinin temel hakları ve özgürlükleri kapsamında düzenlemiştir. Böylece dernekler alanında önemli bir gelişme yaşanmıştır,[27] [7] Anayasanın 28. ve 29. maddeleri dernek kurma ve toplantı yapma özgürlüğünü genişleterek bu sürecin yasal üst yapısını kurmuştur. Köyden kente göçün de katkısı ile şehirleşmenin hızlandığı 1960 sonrasında hemşerilik dernekleri, cami ve hayırlar yaptırma ve yaşatma dernekleri, eski köylü-yeni kentlinin uyum çabaları sonucunda doğmuştur.[28] [8]

Ancak bazı derneklerin anarşi ve terörle ilişkileri nedeniyle 12 Mart 1971 muhtırasını izleyen hukuki düzenlemelerle, dernekler hukukunda önemli kısıtlamalara neden olmuştur. 1972 tarihli ve 1630 sayılı Dernekler Kanunu, aslında bir "kısıtlamalar" düzenlemesidir. Cemiyet sözcüğü yerine “dernek” sözcüğü de ilk kez bu kanunda kullanılmıştır.[29] [9]

Sivil toplum teriminin Türk siyasi söylemine girmesi, 1980'lere rastlamaktadır. 1980 sonrası dönem Türk sivil toplumu açısından bir dönüm noktasını teşkil etmiştir. Bu dönemde sivil toplum oluşumu yönünde görülen gelişme, sivil toplum unsurlarının Türkiye'deki geleneksel merkeziyetçi devlet alanına karşı bir varlık alanı oluşturması yönünde olmuştur. Bunu sağlayan iki faktörden birincisi, Türk siyasetinde meydana gelen değişme, ikincisi ise resmi söylemin dışında, yeni ve farklı söylemlere sarılan otonom sosyal grupların ortaya çıkması olmuştur.[30] [10]

1982 Anayasası çerçevesinde sivil toplumun temel taşları olarak tanımlanabilecek temsili kuruluşların siyaset yapması yasaklanmıştır. Sendikalar, odalar, meslek odaları, üniversiteler her türlü gönüllü kuruluşlar, siyaset yapması yasaklanan kuruluşlar arasındadır. Ayrıca bu dönemde siyasi partilerin de doğrudan kayıtlı üye kitlesi dışında, bir taban ile ilişki kurmasını sağlayabilecek yan kuruluşlar kapatılmıştır.[31] [11]

Türkiye'de 1983 seçimleri ile sona eren askeri yönetimin ardından, sivil toplum örgütleri, bireyi devlet karşısında koruyacak mekanizmalar olarak değerlendirilmiştir.[32] [12] 1982 Anayasasının kabulünden sonra, yeni Anayasanın tüm müesseselere getirdiği yenilik ve değişiklikler gibi; bu Anayasanın ruhuna uygun olarak derneklerde de bazı yenilik ve değişikliklere gidilmiştir. Bunun için 1983'de 2908 s.lı Dernekler Kanunu çıkarılıp yürürlüğe konmuştur. Özallı ANAP hükümetleri dönemi, dernek ve STK için geniş özgürlük dönemi başlatmış ve mevzuatını aşama aşama iyileştirerek uluslar arası mevzuat ve AB müktesebatı standartlarına uyumu başlatmıştır.

Bu Kanunların ve ilgili mevzuatın uygulama alanı sadece dernekler olmadığı gibi, dernekleri ilgilendiren yasalar da sadece bu yasalar değildir. Birçok yasada dernekleri ilgilendiren hükümler bulunmaktadır. Dernek ve STK mevzuatı birbiriyle ilgilidir. DK ve Türk Medeni Kanununda birbirine yollamalar yapılmıştır. Bu Kanunlarda bazı maddelerinin kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına da uygulanacağına dair hüküm ile sendikalarla alakalı hüküm vardır. ... vs. Siyasi Partiler Kanunu, Bu Kanuna yollamalar yapmaktadır. Bu Kanun'da ise siyasi partiler ile ilgili hükümler vardır. Özet olarak; işçi ve işveren sendikaları, siyasi partiler, kanunla kurulan meslek kuruluşları, vakıflar, spor kulüpleri ile diğer benzeri Kurum ve kuruluşlar, başka bir deyişle tüm STK’lar, bazı çalışmaları itibariyle, konu ve kendi kanunlarındaki atıflar gereği, Dernekler Kanununu ve ilgili mevzuatı ilgilendirmektedir.[33] [13]

1985 sonrası sivil toplumun artık gündelik sorunlar dâhil olmak üzere tüm sorunların örgütlenme ile çözülebileceği anlayışının yaygınlaşması ile birlikte sivil toplum kuruluşlarında sayı ve çeşit yönünde artış görülmüştür. Çevre, kadın, tüketiciyi koruma gibi görece az işlenmiş alanlarda örgütlenmeler meydana gelmiştir.[34] [14]

1990’lardan sonra giderek sivilleşen Türk hukuk sistemi hem bireysel özgürlüklerin gelişmesine hem de sivil toplumun gelişmesinin önündeki engelleri kaldırmasına katkılar sağlamıştır. Fakat örgütlenme ve kendi sorunlarını devlet katkısına ihtiyaç duymadan çözme yeteneği birden bire elde edilecek bir durum değildir.

1992'de gerçekleştirilen Rio Konferansı sonrasında sivil toplum örgütlerinin katılımına açık uluslararası projelerin desteklenmesi eğilimi ortaya çıkmış, bunun sonuçları ülkemize de yansımıştır. Vancouver'de yapılan Dünya I.Habitat Konferansı sonrasında Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 100'ü aşkın ülke "ulusal komiteler" oluşturarak, Ulusal Gündem 21 hazırlığı sürecine girmişlerdir.

Globalleşmenin hız kazanmasıyla birlikte uluslararası alanda ulus-aşırı özellikleriyle karşımıza çıkan bazı sivil toplum örgütlerinin, uluslararası kurumlarda 'danışman' statüsüne sahip (olduğu), özellikle 1993 Viyana İnsan Hakları Toplantısı'ndan sonra Birleşmiş Milletlerin sivil toplum kuruluşlarına daha geniş ve etkin roller vermeye başladığı görülür. Haziran 1996'da İstanbul’da yapılan Habitat II Konferansı sonrasında Yerel Gündem 21 çabalarının yoğunlaşması, sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimler arasındaki işbirliğinin geliştirilmesi yanında, sivil toplum kavramının kamusal tartışma gündemine girmesini sağlamıştır. Çünkü Habitat Gündeminin etkin olarak pratik yaşama geçirilmesi, öncelikle yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve yurttaşların etkin katılımını öngörüyordu.

Habitat Gündemi İstanbul Bildirgesi'nin 12. maddesi, hükümetlere, sivil toplum örgütlerini ve yerel yönetimleri ''yapabilir kılma" stratejisinin gerçekleştirilme yolları ile "katılım"ın sağlanması yollarını gösteriyor, onları bu konuda yükümlü tutuyordu.[35] [15]

Sivil Toplum Kuruluşlarının toplumsal algıda tanınırlık bakımından zirveye çıktığı dönem, 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi sonrasındaki süreçtir. Bu dönemde Sivil Toplum Kuruluşları, toplumsal dayanışma anlamında son derece nitelikli ve karşılıklı güvene dayalı bir ortam yaratmıştır. Bu dönemde kamuoyunun Sivil Toplum Kuruluşlarına bakışında önemli bir pozitif değişim yaşanmış ve Sivil Toplum Kuruluşları daha meşru bir kurum olarak algılanmıştır.[36] [16] Marmara Depremi öncesinde Türkiye’de afetlere yönelik kurulan sivil toplum kuruluşlarının sayısı sınırlı iken depremler sonrasında bu yönde çalışma yapan 1200 sivil toplum kuruluşu kurulmuştur.[ [17]37]

Türkiye’de sivil toplum açısından önemli bir gelişme de sivil toplum kuruluşlarının Avrupa Birliği (AB) ile müzakere sürecinde önem kazanmasıdır. 1999 Helsinki AB Zirvesi ile tekrardan başlayan Türkiye’nin adaylık sürecinde sivil toplum kuruluşları politik konulardan farklı olarak eğitim, kültür ve çevre gibi toplumu ilgilendiren konularda toplumu bilgilendirme görevini üstlenmiştir.[38] [18]

AB üyelik süreci temel hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi ve korunması için dernekler mevzuatını pozitif değiştirme fırsatları sunmaktadır. Türkiye’de birçok konuda olduğu gibi Dernekler Kanunu ve ilgili mevzuatı da baştan sona değiştirildi… Yürürlükteki 5253 sayılı Dernekler ve Türk Medeni kanunları Anayasa'dan soma, dernekler hukukunun çerçevesini çizmekte ve çalışmalarımızın ana konusunu teşkil etmektedir. AB ülkelerinde uygulamaya devam edildiği halde Derneklerin idari ve denetim örgütünü Emniyet -polis birimi olmaktan il önce çıkarıp sivil birim şeklinde örgütleme AB müktesebatına uyum mevzuatıyla başarılmıştır. İnsan haklarına dayanan, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti ideali olan toplum modeli oluşturmaya çalışılmıştır. Dernek vb STK’larını önemseyen, değer veren, düşünce ve ideolojik farklılıkları zenginlik olarak gören bir kamu yönetimi anlayışına zemin oluşturulmuştur.

Görmezden geldiği vatandaşlarının tümünü kanun önünde eşit gören ve onlara eşit davranmayı ilke edinen bir kamu yönetimi anlayışına ve her türden vatandaşını kamusal alanda var kılmak isteyen, hak ve özgürlüklerini koruyan bir yönetim modeline gidilmiştir. Türkiye’de sivil toplum örgütleri, özellikle son 15 yılda gerek etkinlik ve söylemleri, gerekse de siyasal otoriteyle mesafesi açısından sıkça gündeme gelmekte ve tartışılmaktadır. Yakın zamanda, büyük şehir ve anakentlerde gerçekleşen mitingler ve bu mitinglerin organizasyonunda sivil toplum örgütlerinin aktif rol oynaması medyada ve kamuoyunda bu örgütlere yönelik ilginin artışına neden olmuştur. Zira bu örgütler, yaşanan siyasal gelişmelerde taraf olma, kanaat geliştirme ve kamuoyu oluşturma noktasında söz sahibi olmaktadırlar.[39] [19] Öyle ki darbe heveslileri bile STK’lardan yararlanma stratejisi kullanmışlardır.

Dernek vb STK’ları aracılığı ile AB fonlarından daha fazla katkı elde ederek kendi vatandaşının refah düzeyini, yaşam standartlarını daha yükseğe çıkartan bir bakış açısı topluma yayılmıştır. Artık Dernek vb STK’larından korkmayan ve korkmak için gerekçe üretmeyen hatta onları teşvik eden bir idari bakış hâkim kılınmıştır.

[21] [20] SARIBAY A., Türkiye'de Sivil Toplum ve Demokrasi,Global Yerel Eksende Türkiye, A.Y.Sarı bay, Fuat Keyman(der), İstanbul, 2000, s.105

[22] [21] USTA , a.g.e., s.55

[23] [22] TOKSÖZ F., Türkiye'nin Diğer Avrupa Ülkeleri ile Karşılaştırmalı Durumu", AB Uyum Süreci ve STK lar, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yay,Haziran,2004, s.142

[24] [23]  ÖZSUNAY E., “Türkiye'de Sivil Toplum Kuruluşları Sempozyumu-XIV, AB Uyum Süreci ve STK'lar”,  s.12, T. Ekonomik ve Toplumsal Tarih V. Y., İst., 2003.

[25] [24] ÇEPEL, a.g.e., s.4

[26] [25] GÖNEL, a.g.e., s.97

[27] [26] ÖZSUNAY, a.g.e., s.13

[28] [27] GÖNEL, a.g.e., s.4

[29] [28] ÖZSUNAY, a.g.e,s.13

[30] [29] ÇAHA Ö., Sivil Kadın,Türkiye'de Sivil Toplum Ve Kadın,Ankara:Vadi Yayınları,1996, s.136

[31] [30] ÖNCÜ A.,"Sivil Toplum ve Katılım",Sivil Toplum,Ed:Yurdakul Fincancı,İstanbul: TÜSES Yayınları,1991, s. 42

[32] [31] ERCAN H., "Türkiye'de Sivil Toplum Tartışmaları Üzerine" C.Ü Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:26,NO: 1 Mayıs, 2002, s.71

[33] [32] UÇAR B., “(ANAP Hükümetlerinde) Çağ Atlarken,”; “Dernekler Kanunu ve İlgili Mevzuat”, Kartal Yayınevi, Ankara 2005; “Dernekler Hukuku”, Adalet Y., Ankara, 2005; “(TMK) Dernek-Vakıf Mevzuatı”, Adalet Y., Ankara, 2002; “Dernek-Kulüp-Vakıf (İle KOBİ vb İşletmesi) Maliye Muhasebe Vergisi”, Adalet Y. Ankara, 2006.

[34] [33] GÖNEL, a.g.e, s.97

[35] [34] TOSUN G., Demokratikleşme Sürecinde Devlet-Sivil Toplum İlişkisi ve Türkiye Örneği, s.225-226

[36] [35] ÇOPUR H., Teoriden Pratiğe Sivil Toplum, www.ekopolitik.org/images/cust_files/070522142001.pdf

[37] [36] SAYGIN Didem, “Avrupa Birliği Müzakere Sürecine Sivil Toplum Kuruluşlarının Bakışı”, Yüksek Lisans Tezi, s.30, Çanakkale Onsekiz Mart Ünv., SBE, 2008

[38] [37] SAYGIN, a.g.e., s.30             

[39] [38] YILDIZ Ö., Sivil Toplum Örgütleri, ‘Özerklik’: Kavramsal Bir Açılım, http://www1.gantep.edu.tr/~sosbil/journal/index.php/sbd/article/viewFile/3/2