- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Şiirler – Şarkılar (III)

Türk san’ at musıkisi içinde en derin eserlerden biri olan Makber ‘ in yazılış, yani doğuş nedenini anlatmaya çalışacağım.Şairi Tanzimat döneminde batı tesirlerini Türk şiirine sokan şair, tiyatro yazarı ve diplomat Abdülhak  Hamit  Tarhan‘ dır .

 Abdülhak H.Tarhan 1882 yılında hariciyeci olarak atandığı Hindistan’ ın o zaman ki başkenti Bombay’ a gitmek için Makber’ in yazılma nedeni eşi Fatima hanımla yola çıkarlar. Üç yıl hariciyeci görevini sürdürdüğü Bombay dan eşinin artan hastalığı sebebi ile hiç değilse vatanın da olsun ne olacaksa düşüncesi ile ayrılırlar. İstanbul’ a dönmek için uzun ve zorlu bir yola düşerler .Fatima hanım  rahatsızdır. malum o zamanlar uçak olmadığından , deniz yolculuğu yapmak zorundadırlar.

Yolculuk sırasında hastalığı artan Fatima hanım  daha fazla yola dayanamaz  ve tedavi görmesi gereği üzerine Beyrut’ ta o zamanın valisi olan , Abdülhak’ ın ağabeyi  Nasuhi beyin evinde tedavi edilmeye çalışılır. Fakat tedaviye cevap vermez ve  Fatima hanım Beyrut’ta kayınbiraderinin evinde vefat eder.

Bu ölüm Abdülhak’ ı derinden etkiler ve ölümü düşünmeye başlar, öyle ya Fatima bugün  öldü ise o da bir gün ölecektir. Eşinin yası ve ölüm düşüncesi ile Abdülhak üç ay sürecek bir yalnızlık dünyasına kendini hapseder. Kiraladığı bir mahzenden sadece zaruri ihtiyaçlarını gidermek için çıkar, kimseyle görüşmez ve konuşmaz. Yazma dürtüsü ile kendi ruhunu ezerek bir azap girdabına girmiştir Abdülhak ve Makber bu üç aylık zindan hayatında yazılır.

Bir gerçeği de burada vurgulamak lazım o da, aslında her acıya ağlayışımız, üzülmemiz kendimizi düşünerek o duyguyu yaşamamızdır. Yani herkes kendine ağlar aslında. Bunu şöyle de açıklamak mümkün.Diyelim ki bir roman okuyoruz, eğer o romanın kahramanın yerine kendimizi koymazsak o kitabı asla anlayıp, sevmeden belki de sonuna gelmeden okur veya yarım bırakırız.

Kaybettiği eşine mersiye olarak yazıldığı düşünülse bile, kendisinin bizzat Makber’in mukaddemesin de  (önsöz) bahsettiği, aslında ölümün felsefesini anlamaya çalışmak olarak  yazdığını açıklamıştır.

Bir anlamda ölümün felsefesini yapıyordu bu dizelerle .

Üç ayın sonunda kendini hapsettiği mahzenden çıkan Abdülhak  tam olarak 296 kıta ki, her bir kıta sekiz mısra olarak yazılmıştır, iki kitaba sığacak  kadar uzun olan, bu gün bizlerin dinlediği unutulmaz eserin şairi olmuştur. Doğruluğunu tam bilemediğim ama, biyografilerine kayıt olarak geçen , kendisine son zamanlarda Şair-i azam (en büyük şair) ünvanı verildiği bilinir.

Kendini toparlaması uzun zaman almıştır ama, hayat devam ediyordu . Makber Fatima hanımın ölümü ile 19885 yılında doğmuştur .

Burada şimdiler de özensizce yazılan bir çok şiirin niçin kalıcı olamadığını da bir kez daha anlamak mümkündür…

Bu kadar uzun ve anlamı çok çok derin olan bir eseri üç ay gibi bir sürede yazmak bana göre başlı başına ölüp dirilmek gibi bir şeydir zaten. Belki de Abdülhak o zaman zarfında karanlıkta yaşamayı seçerek bunu ölmeden duyumsadığı için bu kadar etkiler bizleri dizeleri. Bestekarının hangi duygularla bu eseri bestelediği hakkında bir bilgi mevcut olmadığından bilemiyorum ama, böylesine örtüştüklerine göre sanırım Abdülhak Tarhan’ ın acısını hissetmiş olmalı.

Makber’ i, yazımızı okuduktan sonra bir kez dinleyin bakalım neler hissedeceksiniz. Bir çok sanatçı bu esere ses oldu. Benim kendimce görüşüm en güzel icra eden sanatçı Hamiyet Yüceses’ dir. Tavsiye ederim.

Tam metnini yayımlamak imkansız olduğundan kısa bir bölümünü sizlerle paylaşarak yazımızı bitirelim sevgili okurlar.  Bu yazı dizimize biraz ara verelim istiyorum.

Başka bir paylaşımda yeniden buluşuncaya kadar şiirce sevgilerle kalın.

Usulu: Gazel
Makamı: Rast
Güftekarı: Abdülhak Tarhan
Bestekarı: Mehmet Baha Pars

Her yer karanlık pür-nûr o mevkî
Magrip mi yoksa makber mi yâ Râb
Yâ habgâh-ı dilber mi yâ Râb
Rüyâ değil bu ayniyle vakî

Kabri çiçekten bir türbe olmuş
Dönmüş o türbe bir haclegâhe
Bir haclegâhe dönmüşse türben
Aç koynunu aç maşukânım ben

 Eyvah ne yer ne yâr kaldı
Gönlüm dolu ah-u zâr kaldı
Şimdi buradaydı gitti elden
Gitti ebede gelip ezelden
Ben gittim o haksar kaldı
Bir köşede tarumar kaldı
Baki o enisi dilden eyvah
Beyrutta bir mezar kaldı

Bildir bana nerde nerde Yarab
Kim attı beni bu derde Yarab
Nerde arayayım o dil rübayı
Kimden sorayım bi-nevayı
Derlerki unut o aşnayı
Gitti tutarak reh-i bekayı

Sığsın mı hayale bu hakikat?
Görsün mü gözüm bu macerayı?
Sür'atle nasılda değişti halim
Almaz bunu havsalam hayalim.

Çık Fatıma! lahteden kıyam et
Yanımdaki haline devam et
Ketn etme bu razı öyle bir söz
Ben isterim ah öyle birsöz
Güller gibi meyl-i ibtisam et
Dağı dile çare bul meram et
Bir tatlı bakışla bir gülüşle
Eyyamı hayatımı temam et

Comments Disabled (Open | Close)

Comments Disabled To "Şiirler – Şarkılar (III)"

#1 Comment By ibrahim hakkı gündoğdu On 16 Şubat 2011 @ 15:40

Çok güzel düşünce ve yorum.. Tebrikler..
İHG.