content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

05 Ara

Saltanatın Kutsanmış Metinlerle Beriktirilmesi Üzerine

Vardır, vardır en azından bir 7-8 senesi vardır. Bir sevdiğim saydığım, kelimelerin dizilişi gereği veya yaranmak için değil, gerçekten “……… abi” demekten gocunmadığım bir büyüğümle sohbetteyiz. “…… abimiz”  Said-i Nursi hayranıydı, yani nurcuydu. Nurculukta, bizim 78 kuşağı solcuları gibi, nur külliyatında yeni bir (manevi) ufuk bulan “abi” buldukça bölündükçe bölünüyor ya, abimiz de Nurculuğun bir kolundandı ama ben hatırlamıyorum hangisi olduğunu. Neyse bunun önemi de yok konumuzla… Lakin şunu söylemem gerekiyor, genel sohbetlerde tüm “Müslüman” cemaatleri kollar vaziyete iken, sohbet özel ikili üçlü ve “güven” ortamında olduğunda Fetullah Gülen’den pek hoşlanmadığını gizlemiyordu. Nursi’nin bir sözünden (mektubatından da olabilir) hareketle, çocuğu olmayan iki kişinin bu yüzyılda (20 yy kastediyor olmalıydı) kitleleri peşinden sürükleyeceğini, en büyük nifakın bu olacağını söylüyordu. Atatürk’ün çocuğu yoktu, ikincisi kim dediğimde, Fetullah Gülen, demişti. Yüzüme yansıyan inanmadığımı görünce de, muzip muzip gülmüştü.

Yukarıdaki cümleleri, bir birimize olan güveni ve samimiyeti anlatmak için yazdım. Asıl anlatmak istediğim anı şu idi: Çalışmaktan kafamı kaldırdığım bir anda, hemen bana takılmıştı, “Asım yılda 52 kere değil, her gün beş kere…”… Kafamı topladığımda namazdan söz ettiğini anladım ve gülümseyerek ve  Karadenizli hınzırlığı ile ben de, “… abi haftada bir kere benim günahlarıma yetiyor” demiştim. O gülerek “… olmaz olmaz sünnet belli, peygamber efendimizi takip etmeliyiz iyi bir Müslüman olabilmek için..” demişti. Ve sohbet Müslüman ve Müslümanlık üzerinden devam etmişti… Sünnetten, ayetlerden, Said-i Nursi’den desteklediği, kendi Müslümanlık anlayışını bana anlatıyordu. Coşkun, bilgisinden emin anlatırken bir ara ben, “… iyi de abi, ben zaten Allah’a İslam takvasıyla inanan birisiyim. İtikadımdan eminim, ama ibadetlerimde kusurum olabilir, günahını da çekeceğimin bilincindeyim.

Fakat ben asıl şuna kafa yoruyorum: İnanmayan ve fakat inanmak isteyen birisini karşımıza alsak, bir tarafta Kurasn’ı ve Müslümanları, bir tarafa Tevrat’ı ve Yahudileri, bir tarafa incil’i ve Hıristiyan, bir tarafa Budizm’i ve Budistleri, bir tarafa artık hangi inanç sistemi varsa koysak, sonrada karar vermesini istesek acaba hangisinde karar kılar?” Bir sessizlik olmuştu aramızda… Misvakını çıkarıp dişlerine sürüp, ince bıyıklarına pala bıyık muamelesi yaparak elinin tersiyle sağ sola ittirdikten sonra, “Biz Kurani bir Müslümanlığı bilmiyoruz ve yaşayamıyoruz, onun için Müslümanlar hep bir birlerine düşürülüyor, onun için akıl ve ilimden nasiplenemiyor. Bende kuranı, sünneti bilmesem, İslam alemine bakıp ....” demişti.

Ben kendisini biraz da rahatlatmak için, “… Kuran’ı okuyup, İslam’ı ayetlerden öğrenip birçok müslümandan daha iyi Müslümanlığı yaşayan Hıristiyan var, hatta inanmasa bile Müslüman ahlakını yaşayan ateistler var…” diyerek devam etmiş ve topu yine ona atmıştım. O da hemen, “… Müslüman ahlakını yaşasa bile, öncelikle Allah’a inanması gerekir..” diyerek tekrar kendi tezlerine dönmemizden hoşlanarak “Müslümana Müslüman propagandası” yapmayı sürdürmüştü. Ama bir birimizin sohbetinden zevk alıyorduk. Böyle sohbetlerde ben ara da bir takılırdım kendisine, “Abi benim gibilerde lazım, bak kendi Müslümanlığınızı test etmiş oluyorsunuz…” der, sıvazladığı sakallarındaki mutluluğu yakaladıkça ben de mutlu olurdum.

(Artık böyle samimi ortamlar yok oldu. İslam müellifleri arasındaki felsefi ve teolojik tartışmaların iktidarların mutlak muktedir olmadıkları dönemlerde (Abbasi dönemi, 9 ve 11 yy’lar) yaşanması bir tesadüf değil galiba…)

………

Muktedir ile cemaat arasındaki, ruhani bir rekabetten çok, mülk üzerinden yürütülen hırlaşmayı ve saltanat mücadelesini gördükçe yukarıdaki masum anıyı anmadan edemedim. Saltanat mücadelesinde din, her zaman için taraf olmaya zorlanmıştır. Saltanatı kontrol edebilmek için mülke, mülkü kontrol etmek için ise kutsanmış ölümlere, kutsanmış ölümler için din adamlarına ihtiyaç vardır. Ha, İslam’da din adamları sınıfı yoktur, sloganı da bir şehir efsanesidir. Kutsal metinlerle berkitilmiş bir saltanatın olduğu yerde mutlaka bir “ruhban sınıfı” yaratılmıştır. 04.12.2013

Asım SES

Etiketler : , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank