- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Sait Faik Kızılay’da…

Sait Faik Kızılay’da...

Ne zaman gelmiş, nasıl gelmiş, bu kış kıyamette, akşamın ıslak soğuklarında?
Valla orasını bilmem ama, ocak ayının bu yüz yakıcı soğuğunda ne işi var acaba?
Az önce “yüz kızartıcı” yazdım soğuğu, hemen değiştirip “yüz yakıcı” yaptım.
“Ocak ayının soğuk yapması suç mu?” diye düşündüm de ondan.
Evet, Kızılay’da idi üstat.
Meşrutiyet caddesinin başındaki Lokantaya girdim, Mülkiye’de yapılacak “sanayi” toplantısı öncesinde bir çorba içmek için.
Yüzünüze vuran sıcaklığın keyfiyle içeriye girip duvar dibindeki konforlu dört kişilik masaya yöneldiğimde, ince uzun boylu genç garson yaklaşarak nazikçe;
“Beyim, sizi şu kaloferli masaya alsam, daha sıcak isterseniz” dedi eliyle de göstererek.
“Elbette, sağolun” diyerek geçtim iki kişilk masaya.
Sonra da içimden, “bu çocuk çok zeki, masaları etkin kullanmayı ne de güzel öğrenmiş, kibarca da yönlendiriyor insanı” diye düşündüm ve bunu da arada kendisine söylemeye niyetlendim.
Bu arada genç, siparişi getirdi, çorba, su, ısıtılmış pide.
Yerken, az önce garson gencin, beni oturmaktan kibarca alıkoyduğu masaya, dört kişilik bir aile gelip oturdu.
“ Gördün mü “dedim kendime, “Genç ne kadar da haklıymış”
İki çocuklu orta yaşlı bir aile.
Büyüğü kız, diğeri oğlan, lise-orta mektep çağları.
Siparişleri verip, sohbete başladılar, baba arada; “olur kızım, peki oğlum” diyor, anne de onaylıyordu.
Babanın bana dönüp baktığı bir anda,
“kaç yaş var aralarında” dedim teklifsizce.
“Beş” dedi anne gülerek.
“Kıymetini bilin bu anların, bizimkiler de böyleydi seneler önce, sonra yalnız kalıyorsunuz” dedim babaya, kendimi göstererek hüzünle.
“Evlenip gittiler herhalde” dedi baba bana dönerek, sonra da “ gideceklerse niye çocuk yapıyoruz değil mi” diye de sordu umutsuzca.
Birden aklıma Sait Faik geldi.
Ben ileriye, sağa sola bakınırken yanıbaşımdaki masaya gelip hemen yanıma oturmaz mı?
“Allah Allah” dedim, aklıma gelen başıma geldi, ne mutlu bana.
Uzun beyaz pardösülü, kalın yün atkılı üşümüş yüzünden gülen gözleriyle sıcak bir merhabayla dönerek bana;
“Kim beni akıl ederse gelirim yanına” dedi.
“Çok sevindim, hiç gitmeyin artık, İstanbul’a da gideriz beraber” dedim, şaşkınlıkla.
“Olmaaaz” dedi gözlerini dışarıya semaya kaldırarak.
“Arada bir gelirim yeryüzüne. Ama benden kime ne?” dedi önüne bakarak.
“Olur mu, sizden kime ne, hep okuyoruz sizi yeniden yeniden, yaz kış demeden, şurada Selanik Caddesinde bizim öykü derneğimiz var, her hafta biraraya gelip öykü konuşuyoruz, okuyoruz arkadaşlarla, adınız hep geçmekte, örnek veriyoruz kitaplarınızdan.”
“Boşversene” dedi, eliyle karşı masayı göstererek;
“Bak mutluluk orada, oğlan nasıl da iştahla yiyor pidesini.”
Masaya baktım. Haklıydı.
Başımı çevirdiğimde yanıbaşımın boş olduğunu gördüm.
Yaklaşan garsona; “buradaki adam nereye kayboldu, gördün mü?” diye seslendim şaşkınlıkla.
Garson kendinden emin;
“Abi iyi misin, burası hep boştu.” dedi eğilerek.
“ Sait Faik buradaydı az önce, sen tanımadın mı?” dedim garsona.
“Yok abi, kimseler yoktu burada, ben oturtuyorum zaten”
Bu arada garsona “çok zeki olduğunu, masa düzenlerini iyi yönettiğini” filan söyledim.
“Sağol abi, işimizi incelikle yapmalıyız, sizinle oturup konuşmayı çok isterim” dedi yine nezaketle.
Biz gençle konuşurken, kulağıma bazı şeyler de geliyordu.
Karşıdaki baba olsa gerek;
“Yalnızmış, herhalde hayal dünyasında, yanında birinden sözetti”
Karşıya baktığımda küçük çocuğu, açık elini kulak hizasına götürmüş sallarken gördüm.
Lokantadan kalkıp Mülkiye toplantısına doğru giderken, merak ve umutla;
“Acaba oraya da gelir mi, yoksa önceden gidip bana sürpriz mi yapmak istedi?” diye yürüdüm Konur Sokak’ta ıslak soğuğu içime çekerek...