content

15 Eyl

Sadece Beden Değil, Ruh ve İnançta Kanser Olur!

20’inci yüzyılın insanları, kıtlık, yokluk, varlık ve israfın her çeşidini birlikte yaşadılar. Bu çağdaki iç içe geçmiş tezatlar ve yaşananlar, belki de insanlık tarihinin en karmaşık ve şizofrenik dönemi olsa gerek.
Bazı çevreler bu asırdaki ‘bilimsel gelişmelerin’ insan ömrünü uzattığını iddia ederler. Tezin sahipleri gerçeğin böyle olmadığını gayet iyi bilirler. Doğrulatmadan inananların çokluğu, gerçeğin ters yüz olmasına yol açıyor.  untitledGünümüzde insan ömrü, ortalama yetmiş yaştır. Oysa bir yüzyıl önce, yetmişli yaşlarda ölen biri için ‘genç gitti’ derlerdi.

Evet, son yarım asır öncesinde ortalama ömür günümüzden daha kısaydı. Nedenleri bize sunulandan çok farklıydı. Şöyle ki: Yaygın cephe savaşları yaşanıyor, imkânsızlık nedeniyle bebekler ölüyor, zaman zaman da salgın hastalıklar görülüyordu. Yaş ortalamasının düşüşüne neden olan bu durumlar, sanki önceki asırlarda insanların çok kısa yaşadığı gibi bir yanlış kanaate yol açıyor.

Yirmili yaşlarda cephede binlerce insanın hayatını kaybetmesi, çocukların bebek yaşında vefat etmesi ya da salgın hastalıklarda binlerce insanın ölümü, doğal olarak ortalamayı hayli düşürmekteydi. Mesela 10 kişi 20 yaşında vefat ederse toplam yaş 200, 10 bebek 1 yaşında vefat etse toplam yaş 10 eder. 10 kişi de 100 yaşında vefat etse toplam yaş 1000 eder. Toplarsak 200+10+1000=1210/30=40,3. Yani ortalama yaş 40,3. Çarpanları değiştirdiğinizde yaş ortalaması yukarı veya aşağı doğru değişim gösterir.

Aslında bütün bunların da söylemek istediklerimiz açısından pek önemi yok. Önemli olan kaç yıl yaşadığımızdan ziyade, nasıl bir hayat sürdüğümüz, ömrü hangi uğurda geçirdiğimiz, zamanın hakkını verip vermediğimizdedir. Biz insanlar sadece ekmeğimizi çöpe atıyor değiliz, belki de ekmekten ziyade zamanımızı ve insanlık tarihine eşit birikimlerimizi israf ediyor veya çöpe atıyoruz.

İki büyük hekim ve düşünce adamımız İbn-i Sina 57 yaşında, Ebubekir er-Razi ise 61 yaşında dev eserler bırakarak vefat ettiler. Ölüm nedenleri gece gündüz demeden çok çalışmaları… Onlar ve benzeri diğer vaktin çocukları (İbn-ül Vakt) yeryüzünde kaldıkları tüm zamanın hakkını vererek geçirdiler. Bu iki hekimin eserleri on asır geçmesine rağmen hâlâ günümüzü aydınlatmayı sürdürüyor.

Biz Müslümanlar ölümü arzu etmeyiz. Ölümü arzu etmek, Allah’ın takdirine karşı hoşnutsuzluk olarak görülür. Hangi şartları yaşıyor olursak olalım, o anı en verimli geçirmek ve zamanın hakkını vermek bizlerin mükellefiyetidir. Zamanın hakkını verebilmek, sağlıklı ruh ve bedene sahip olmakla mümkün. Aslında bu da yeterli değil.

İnsanda dâhil olmak üzere tüm canlılar, aktif enerjiden oluşan yaratıklardır. İnsanın dört katmandan oluştuğu düşünülür. En yüksek kat ruhsal kat, yani Allah’ın katı ya da inanç katıdır. Bu katın altında zihinsel kat yer alır. Düşünce ve zihinsel faaliyetler bu katta cereyan eder. Bir altı ise duygu ve nefsin katıdır. Buna astral veya eterik katta denilir. En alttaki ise fiziksel kattır ki insanın maddeleştiği kattır.

Belki de Allah’ın şah damarımızdan daha yakın olduğu kat, bizim en üst makamımız olan ruhsat kattır. Bu katların tümünün sağlıklı olabilmesi, bizim cüz-i irademizi nasıl kullandığımızla yakından ilgilidir. İnancın, düşünce ve zihinsel faaliyetlerin olmadığı, duygu ve nefsin ölçüsüzleştiği bir bedenin sağlıklı olabilmesi mümkün olamaz. Sağlıksız bir beden de, diğerlerinin tekâmülün pek de imkân ver(e)meyecektir. Bu nedenle, bütün bunlar inançsal, ruhsal, zihinsel ve bedensel beslenmeyi sağlıklı ve zorunlu kılar. Eksikliği ise kişisel ve toplumsal zulüm olarak tecelli eder.

İnsan çoğu kez ziyanda olduğunu fark edemediği gibi, kendine zulmettiğini de fark edemez. Oysa kâmil bir iman, sahih bir kaynaktan beslenme, ihsan makamında bir ibadet ile helal ve tayyib bir tüketim, insanı başka bir hâle sevk edecektir.

Bu hallerin bütününün sağlıklı olabilmesi, en alt âlem yani madde yahut da fiziki halin de sağlıklı olmasına bağlı ise (ki öyledir), bu durum günümüz insanı açısından büyük bir açmazdır. Kaldı ki sorun bundan da ibaret değil. Diğer âlemlerimizde ne yazık ki benzer sorunlarla karşı karşıya. Yani fiziki âlemimiz sorunlu olduğu gibi, duygu, düşünce ve zihin ile ruh/iman âlemimizde maalesef sorunlu/sağlıksız.

Babam, doğup büyüdüğüm köye ait bir dernek kurmuştu 25 yıl önce. Bugün gençlerin yönettiği bu dernek, bu süre içerisinde önemli işler başardı. Son bayramda yaptığı bayramlaşmada, bir önceki Ramazan Bayramı’ndan bu yana vefat edenlerle ilgili bir VTR hazırlamışlar. Başta köyümüz ve Konya olmak üzere tüm ülkede yaşayan köylülerden 19 kişi bu süreçte Hak’kın rahmetine kavuşmuş. Bunda bir ilginçlik yok. Ölümleri dikkate değer kılan şey, ölüm nedenleri. Bu 19 kişinin ölüm sebebi: 1’i trafik kazası, 1’i intihar, 1’i siroz, 3’ü herhangi bir hastalığa bağlı olmaksızın yaşlılıktan. Ya diğerleri? İşte onların tamamı kanserden vefat etmişler.

Fakat bundan 30-40 yıl önce bizde kanserden, sirozdan hiç kimse ölmüyor veya kanser nadiren görülürdü. Dikkatle incelense, hemen her yöre veya kitlelerde durum üç aşağı beş yukarı aynı. Peki, bize ne oldu da bu hale geldik?

Önemli bir etken olsa da, sadece yiyip içtiklerimizin bizi bu hale getirdiğini iddia edecek değilim. Yukarıda zikrettiğim hal veya katların tümü için, karmaşık ve kaotik bir halde olduğumuzu söylemeye mecburum. Sadece gıdamız değil, aynı zamanda inancımız dolayısıyla tüm hallerimiz zaafa uğramış durumda. Bu nedenle de eskilerin samimiyet ve gayretleri bizlerde yok. Olayları her yöne çekilebilen istatistikî veriler veya resmi ağızların söylemleriyle değil, daha çok, daha derine inmek ve sorunları doğru teşhis etmek zorundayız. Aksi halde çözüme ulaşmak mümkün olamaz, fasit bir daire etrafında döner dururuz.

Etiketler : , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank