- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Polis Olmak Da Çok Zor Bu Devirde

Malum, günlerdir ülke bir dinlenme, telekulak, kabakulak(!), incekulak skandallarıyla sallanıp duruyor. Yok beni derin devlet dinledi, yok beni polis dinledi, yok beni MİT’çiler dinledi yaygaraları arasında kimin kimi, ne zaman, nerede, niye, nasıl dinlediği ile ilgili dile getirilen demeçler, ortalığı toz duman içerisinde bıraktı.

Aslında, kabak da polisin başına patladı!..

Öyle ya, bu ülkede dinleme denilince akla ilk gelen kurum polis olduğu için, gelen polise vurdu, giden polise vurdu.

Sanırım bu devirde en zor meslek olarak da polisler zan altında kaldı.

Dinleseler bir kabahat, dinlemeseler ayrı bir kabahat olarak yansıyor kamuoyuna.

Hepimizin de bildiği gibi, birilerini dinlemek, kanunen savcı ya da mahkeme kararı ile oluyor. Bunun dışında yapılan dinlemeler de yasa dışı kabul ediliyor.

Ülkemizde, nüfus ile birlikte suç çeşitleri ve suç işleme oranının arttığını hiç kimse inkar edemez.

Ancak, bu artan suç oranına karşın, kolluk kuvvetlerinin sayısı ile adalet mekanizmasında adaleti sağlayacak görevlilerin aynı oranda arttığını da söylemek hiç mümkün değil.

Mevcut kadrolar, Türkiye’nin sadece dörtte bir nüfusuna yetecek oranda sadece.

Tüm bunlar gözönüne alındığında, polisin yaptığı çalışmaların da ayrı bir takdire değer olduğunu da hiç kimse yadsıyamaz.

Hemen hemen hergün ülkenin dört bir tarafında uyuşturucudan tutun da, silah kaçakçılığına, naylon faturadan tutun da, fuhuşa kadar çete üstüne çeteler türerken, bunların ortaya çıkarılması, takip edilmesi ve yakalanması da kolay olmasa gerek.

Doğal olarak bu organize suç örgütleri, hem teknolojinin en son nimetlerinden yararlanırken, hem de araç-gereç donanımı bakımından da zaman zaman devlet güçlerinin de önünde bulunuyor.

Onları ortaya çıkarabilmek tabii ki öncelikle istihbaratla sağlanıyor.

Eskiden böylesine yaygın bir şekilde dinleme olayları olmadığı için, çetelerin içerisine ya sivil polisler sızdırılırdı, ya da içeriden birilerinin muhbirlik yapması sağlanırdı. Mücadele ancak bu şekilde sürdürülebiliniyordu.

Günümüz koşullarında teknolojinin dev adımlarla ilerlemesi, polisin de bir anlamda işini kolaylaştırırken, yapılan görüşmeleri dinlemeye alarak daha çabuk ve daha doğru bilgiler elde etmesini ve bununla birlikte de suç örgütlerini ortaya çıkartmasını beraberinde getirdi.

Aksi takdirde, adaletin son derece zor ve geç işlediği ülkemizde, çetelerden geçilmeyecek bir durumun oluşması da kaçınılmazdı.

İşte bu noktada, polis örgütleri ortaya çıkartma amaçlı istihbarat çalışmalarını sağlıklı yapabilmek için dinleme olaylarını daha bir ön plana çıkarttı.

Haa, belki zaman zaman maksadını aşan bir takım ferdi ya da kurumsal dinlemeler yapılıyor ve ilgisiz kişiler de gözaltına alınıyor olabilir.

Bu durum hepimizin yakındığı bir olay. Gönül ister ki, bunlar olmasın. Fakat, ne yazık ki kurunun da yanında yaşın yanması gibi, istenmese de oluyor.

Yalnız, bunlar oluyor diye diğer suç örgütlerinin de nasıl ve ne şekilde ortaya çıkarıldığının da düşünülmesi lazım. Eğer, bugüne kadar ortaya bu kadar çete çıkarılıp, yakalanıyor ve adalete teslim ediliyorsu, burada dinlemenin, yani istihbaratın gücünün de kulak ardı edilmemesi de düşünülmeli.

..................................

“Devlet bizi dinliyor, dinlediklerini de dinci basına servis yapıyor!..” feryadı ile günlerce ortalığı karıştıran CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve onun muhterem yoldaşı Genel Sekreter Önder Sav, acaba bundan sonra nasıl bir tavır sergileyecekler?

Gerçi, yaptıkları konuşmalarda, sanki birkaç gün önce bunları söyleyen onlar değilmiş gibi, halen kaldıkları yerden devam ediyorlar tutarsız ithamlarına. Ama artık kendilerine inanan olur mu bilmem.

Hele bir de, inanmadıkları Türk Telekom belgesinin ardından Turkcell’in de aynı doğrultuda bir belgeyi sunması ile birlikte her ikisinde de karizma tamamen yok oldu. Oldu da, bir tek her nedense bu ikili farkında değil.

Anlayıp dinlemeden, gerekli inceleme ve araştırmaları yapmadan, başta devletin ilgili organlarına hak etmedikleri suçlamaları yapanlar, ardından da başbakan ve içişleri bakanının istifasını isteyenler, her nedense aynı müesseseyi işletmeyi hiç akıllarına da getirmiyorlar.

Bu da Türk siyaset tarihine geçecek ayrı bir ilginçlik aslında.

Ola ki, ortaya konulan belgeler, tamamen bu ikilinin beklentisi doğrultusunda olsaydı, çok merak ediyorum, nasıl kıyamet koparırlardı?

Herhalde mitingler tertipler, bu mitinglerde sabahtan akşama kadar istifa çağrılarını yinelerlerdi.

Teknoloji özürlü olarak internet ortamında milletin alay konusu olan Genel Sekreter Önder Sav için de söylenilenlerin en başında “Cep telefonunu idare edemeyen biri, CHP’yi ve Türkiye’yi nasıl idare eder?” diye soruluyor.

Böyle bir benzetmeye de sanırım hiç kimsenin garip bir şekilde bakması da kabul edilemez. Zaten ortada CHP’nin nasıl yönetildiğine baktığınızda, olası bir iktidar durumunda da Türkiye’nin benzer bir şekilde yönetilebileceğini de düşünebilirsiniz.

Tabii bu arada, bizde istifa müessesesinin, sosyal demokrat, merkez sağ, liberal demokrat falan hiçbir anlayışın, görüşün uhdesinde bulunmadığı da ortaya çıktı. O yüzden, bundan böyle, benzer bir olayı yaşadığımızda, hiç kimse konunun muhataplarının istifa etmesini de beklemesin.

Aksi takdirde söyledikleri, düşündükleri, dile getirdikleri hayal mahsulü olmaktan öte bir anlam taşımayacaktır.

Durum bunu gösteriyor işte.

Öte yandan, tartışılan konulardan biri de, Vakit gazetesi yazarının, konuşulanları gazetesinde yayınlaması olayı...

Etik açıdan bakıldığında böyle bir olayın kabullenilmesi mümkün değil.

Bana göre, hiçbir ahlaki değerlerle bağdaşmayacak bir durum, kişilerin istemleri dışında kamuoyuna yansıtılıyor.

Herhalde bunun hukuki bir boyutu vardır. Madem ki Anayasamızda herkes görüşme özgürlüğüne sahiptir, bu özgürlüklerin sınırlarına da herkes uymalıdır.

Fakat, bir de madalyonun öbür yüzünden baktığınızda ise elde edilen bilgilerin de son derece başarılı bir gazetecilik olayı olduğunu da kabullenmek boynumuzun borcudur.

Böylesine bir bilgiye kim ulaşır da, yayınlamamazlık yapar, çok tartışılacak bir konu çünkü.

Tarafların konumunu, konuşulanları, uygulamaya koymaya çalıştıkları durumları dikkate aldığınızda, habercilik açısından gerçekten çok önemli bir olay ve böyle bir bilgiyi de Türkiye’nin önde gelen ne kadar gazetecisi varsa, “yayınlayamam” deme cesaretini de pek göstereceğini sanmıyorum.

Bakmayın şimdi tartışıldığına!. Ellerine böylesine değerli bir bilgi geçseydi, çok büyük bir ihtimalle, aynı hareketi kendileri de sergileyeceklerdi.

İki kişinin konuştukları, tam anlamıyla haber değeri taşıyan bir içerik oluşturuyor.

Yayınlamalarını da etik dışı olmasına karşın, çok fazla da garipsememek gerekir diye düşünüyorum.

Sonuçta, herşey dönüyor dolaşıyor ve “Burası Türkiye” vurdumduymazlığına geliyor. Herkes kendine düşeni ve uyanı uyguluyor işte.