- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Pasif Güç

Gerçeği davet ettiklerinden çok emin oldukları peygamberleri bunun için dışladılar “İşte o anda, elimde tüfek orada beklerken, beyaz adamın Doğu'daki hakimiyetinin boşluğunu ve faidesizliğini idrak ettim. İşte ben, elinde silahı ile beyaz adam, silahsız yerli ahali önünde ayakta; ve görünürde baş aktör idim. Ama, realitede ben, sadece arkadaki bu sarı yüzlerin iradesiyle oraya buraya sürüklenen manasız bir kuklaydım. O anda beyaz adamın zulme yönelmesi halinde kendi öz hürriyetlerini yok etmiş olacağını da sezdim. Bu durumda o, bir nevi boş bostankorkuluğu, klasik bir Avrupa efendisi tipi kazanır. Çünkü yönetiminin bir gereği hayatını 'yerlileri' etkilemeye çalışmakla geçirir ve böylece her buhranda 'yerliler' kendinden ne bekliyorlarsa onu yapmaya mecbur kalır, maske takar ve yüzü bu maskeye uymak için büyür. Fili öldürmeye mecburdum.”

Bu ifadeler, George Orwell’ın, Burma Kraliyet Polis teşkilatında görev yaparken yaşadığı bir olayı emperyalizmi eleştirmek amacıyla anlattığı “bir fil avı” yazısındaki samimi itiraflarıdır. George Orwell, madden ve tekniken güçlü ve üstün İngilizlerin güçsüz silahsız araçsız Hint insanının sessiz kalabalığı karşısında bir anda güçsüz ve iradesiz bir duruma düştüğünü anlatarak, görünürde maddiyattan güçsüz görünen bu kalabalığın pasif gücünü ilk defa fark etmiş ve bunu İngiliz yönetimini uyarı niteliğinde dile getirmiştir. Orwell bu tespitinde haklı çıkacak ve İngilizlerin silahla yenilgiye uğratamayacakları Gandi o günler bu sessiz kalabalığın ‘pasif güçlü’ lideri olacaktır. 

Gandi’nin gücü emperyalizmin kendilerine dayattıklarını kabul etmeme ve benimsememeden kaynaklanıyordu. Son zamanlarında tamamen maddiyattan uzak adeta uzlet hayatı yaşayan Gandi, dayatılan fikirleri, görüşleri, kültürleri kabullenmemekte direnmiş ve bu süreçte maddiyatsız ve silahsız büyük bir güç haline gelmiştir. Zengin maddi varlıkları, bilgi ve teknolojileriyle ihtişamlı İngilizler, düşünce, inanç ve iradeleri dışında hemen hiçbir şeyleri olmayan yoksul kalabalık karşısında savaşsız yenilgiye uğramışlardır. Gandi’nin bu silahsız gücü emperyalizmi tartışma gündemine taşımıştır. 

Tanrı tanımaz yada putperest inançlı güçlü toplumlar karşısında dayatılan tanrı inancının tam karşıtı tek ilaha inanmaya çağıran peygamberler, sistemleri ve kendi çıkarları adına çok korktukları birer pasif güçtüler. Zira davet edilen yeni tanrı inancı alternatif bir yönetim sistemini sonuç verecekti.

Gerçeği davet ettiklerinden çok emin oldukları peygamberleri bunun için dışladılar, alay ettiler, hakaret ettiler, ateşe attılar, öldürdüler. Bunları yaptıkça davet elçileri daha çok gündeme gelip daha da güçlendiler. Davetleri daha fazla rağbet görüp yayıldı. 

Peygamber Efendimizin, putperest Mekke yönetimi karşısında yönetime müdahil amcası(nesep mensubiyeti) dışında hiçbir maddi üstünlüğü ve gücü yoktu. Onu güçlü kılan tek olan Allah’a inanması ve buna davetiydi. Efendimizin peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan pasif gücü hicrete kadar Mekke dönemi boyunca devam edecekti.  

Bir dönem güçlü Japon istilasına uğrayan Çin halkı, Japonları benimsememekteki kararlılık ve davranışlarıyla pasif bir güç oluşturmuşlar ve sonuçta Japonları adalarına geri göndermişlerdi. 

Kurtuluş savaşını ateşleyip tüm yoksun ve yoksulluklara rağmen kazanmamızı sağlayan kendi irademiz dışında başkalarının tahakkümünü kabullenmeyen milli benliğimizdi. 

Ne zamanki batıya entegre olup onların dayatmaları ve kültürlerini benimsemeye başladık madden zaten yoksul ve güçsüzdük  milli benliğimizin doğurduğu o manevi(pasif) gücü de kaybettik. Batıya karşı milli benlik gücümüzü koruyabilseydik, Japonya’yı kısa sürede batı seviyesinde teknik güç haline getiren Japon ruhunun doğurduğu güç gibi zamanla maddi gücüde elde edecektik.

Japonları bugünkü teknik güç seviyesine getiren onların batıya karşı üstün olma kolektif şuurlarıydı. Japonya bu şuuru kaybedip batıyla her alanda entegre olmaya başladığında teknik üstünlüklere sahipte olsalar gerçek anlamda etkin ve güçlü olamayacaklardır.

Yönetimleri en çok korkutan Amerikalı entelektüel Henry David Thoreau’nun fikir ve eylem olarak başını çektiği sivil itaatsizliktir.(Civil Disobedience) Bir tanıma göre sivil itaatsizlik; “yönetim siyasetinin ya da yasaların değişmesini isteyen, aleni, şiddetsiz, vicdani, fakat aynı zamanda siyasi olan, yasa dışı bir eylemdir.”  Diğer bir tanımda ise;  “hukuk devleti idesinin içerdiği üstün değerler uğruna, kamuya açık ve yasaya aykırı olarak gerçekleştirilen, bu sırada üçüncü kişilerin daha üstün bir hakkını çiğnemeyen, barışçıl bir protesto eylemidir” şeklinde ifade edilmektedir. Daha özet bir ifadeyle yönetimin dayatma ve öngördüklerine alternatif düşünme ve davranmadır. Thoreau, kölelik muhalifi harekete dikkat çekmek için "kelle vergisini" ödemeyi reddedip hapse girmiştir. Çünkü vergi ödeyerek köleci bir devletin işini kolaylaştırmak istemediğini belirtmiştir.

Yönetimler kendilerine alternatif gördükleri inanç, düşünce ve görüşlere müsamahasız ve katı davranmışlardır.

Sokrates farklı düşündüğü için hapse atılmıştı.

Bilimsel araştırmalar yapıp farklı düşünen Avrupa ortaçağında başta Galileo olmak üzere bir çok kişi engizisyonlarda yargılanıp süründürüldü.

Necip Fazıl alternatif düşüncesinden dolayı ölünceye kadar mahkeme salonlarında yargılandı.

Said Nursi hazretleri alternatif dini düşünce ve görüşlerinden dolayı ölümüne kadar takibe uğradı. Bu da yetmedi mezarı da belirsizleştirildi.

Nazım Hikmet yine alternatif düşüncelerinden dolayı sürgünde öldü. Onun takipçileri Deniz Gezmiş ve arkadaşları silaha sarılıncaya kadar patansiyel bir gücü temsil ediyorlardı.

Yönetimler için kurup yönettikleri sistemlerine alternatif olabilecek her görüş, düşünce, fikir ve inanış büyük bir tehlikedir. Hatta sivil itaatsizlik türünde eylemlerde bulunmalar yönetimleri çıldırtır. Gandi İngiliz yönetimine uymamada kararlı davranış sergileyerek topu silahı olmayan büyük bir güç haline gelmişti. Nazi alman ordusuna karşı Danimarka halkı da benzer kararlılıklar sergilemişti. İtalyanlara karşı Ömer Muhtar Cezayir’de demode silahlarla saldırı yerine işgali kabullenmemede silahsız eylemde bulunsaydı Gandi’nin yaptığını başaracaktı.

Özel düşünüyor ve bu düşüncemizde kararlılık gösteriyorsak bir güce doğru gidiyoruz demektir. Düşünme ve değerlendirmeyi başkalarına bırakmak; bir diğeri gibi olmaya çalışmak bizi güçsüzleştirdiği gibi kendi şahsiyetimizi de sıfırlamaya doğru götürür.

Fert olarak nev-i şahsıma münhasır bilim ve mantık çerçevesinde görüş ve düşüncelere sahipsem bir diğerine göre üstün ve güçlüyümdür. Toplumun ve özelde yönetimin mevcut verilerini mantıklı bir sebeple benimseyip uymuyorsam ve alternatif düşünüp davranıyorsam her zaman silahsız bir gücü temsil ediyorumdur.

Descartes’ten asırlar önce Gazali "İrade ediyorum, demek ki, varım" demişti. Muhtemelen Gazali’den etkilenerek Descartes’in aynı gerçeği “düşünüyorum o halde varım” şeklinde ifade etmesi gibi bende şöyle diyorum: “Mantık çerçevesinde farklı düşünüp ve davrandığım müddetçe güçlüyümdür.”

Gandi’yi tekrar hatırlayıp onun şu meşhur sözüyle noktayı koyalım:

“İngilizlerin kaba kuvvet kullandıkları mutlak surette doğrudur ve bizim de aynı şekilde davranmamız mümkündür ama aynı araçları kullanarak ancak onların sahip olduğu aynı şeyleri elde edebiliriz. Kabul edersiniz ki biz onu istemiyoruz. Amaçlarla araçlar arasında hiçbir bağ olmadığı inancı büyük bir hatadır? Eğer okyanusu geçmek istiyorsam onu sadece bir gemi vasıtasıyla yapabilirim; eğer bu amaç için bir araba kullanacak olursam hem araba hem de ben denizin dibini boylarız.”

Hasan TÜLÜCEOĞLU