- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Ölümün Anlamı

Eski Mısırlıların ısrarla aradıkları ölümsüzlük, Gilgameş'in acı çekerek aradığı ölümsüzlük, insanlığın tarih boyuca aradığı ölümsüzlük iksiri bulunmadığı gibi; ölüm konusu yediden yetmişe her bireyin kaçınılmaz gerçeği olarak önümüzde durmaktadır. Ölümün tanımı kavramak yaşamı kavramaktan geçer. Öyle ki, "yaşamın olmaması" durumu olarak tarif edilmiştir.

Yaşam denilen olgu -can- üzerinde oluşur. Doğrusu yaşam ile ölüm arasında kesin bir çizgi çizmek öyle kolay değildir. Görünüşte canlı ve cansız olarak görülen tüm varlıklar, tüm türler; daha derine inildiğinde, pek de farklı olmadıkları gözlenir. Buna rağmen canlılığı cansızlıktan ayıran bir takın özellikler tesbit edilmiştir.

Canlılığı meydana getiren temel organizma hücredir. Bu nedenle canlılık gerçeğinde organizma temel dayanaktır. Yanı sıra beslenme, büyüme, gelişme, hareketlilik vb. ayrıntılar canlılık olgusunu cansızlıktan ayırır. Doğrusu Hücre Organizmasını oluşturan atomlar, elementler, koşullar ve proteinlerin hepsi, sonuç itibarıyla cansız olarak görülen evrenin tozlarından, küllerinden meydana gelmişler.

Canlılığı ayakta tutan hücre organizmasının işleyişinde meydana gelen aksaklıklar ölümün habercilerdir. Hücreler sürekli uyarılır ve bu uyarılara tepkisini/karşılığını verirler. Ancak bu sistemin aksaması sonucu meydana ölüm gelir. Yaşamın Anlamı üzerinde pek durmayacağım. Bu konuda "Çöle Düşen Deli" adlı çalışmamda insanlığın yeryüzündeki varlık amacına dönük daha detaylı arayışlarda bulundum.

Daha doğrusu "Yaşamın Anlamı" üzerinde sadece benim değil, her insanın, her düşünce sahibi varlığın merak konusudur. Burada aşılması gereken yaşamın bir sır olduğu bilgisnin varolduğu bilgisidir. Oysa bu noktada formül bulmamız imkansızdır. Çünkü zaten bilgi yoluyla elde edilecek bir sonucun sadece ikna üzerinde kurulu olduğu düşünülür. Sadece yaşam konusu değil, aynı zamanda tanrı konusu da böyledir. örneğin kanıtlarla elde edebileceğin bir tanrı inancının ne değeri olabilir ki? veya böyle bir kanıtın yaratacağı tanrının tanrı olmayacağı yanıtı önümüze çıkar.

Ölümün de bu meyanda araştırılmasında gerçeklik payı vardır. Gerçi düşünürler bu konuyu Tanatoloji {Ölüm Bilimi} başlığı altında inceliyorlar. Fakat elde edilecek bir sonucun değerli olmayacağı kanısındayım. Elde edilecek, sırı çözülecek, cevabı verilecek her bilgi hedef olmaktan çıkar. O yüzden en değerli bilgiler sır bilgilerdir. İnsanı besleyen temel duygu budur. Aşk, tutkuyla sevmek, iman vb. kavramların beslendiği kaynakça sırlı alanlardır. Peki ya sır nedir? Sırlarla övünen bir kişinin cehaletle övündüğü söylenebilir mi? Sonuçta sır bilgisizliğin kabullenişidir.

Bilgisi elimizde bulunmayan her şey sırdır. Örneğin bazı başlıca sırlar ise daha önemle aranır ve "kutsal sır" diye süslenirler. Bu konuların başında tanrının varlığı, yapısı, ölüm ötesi vb. diye sıralanırlar. İki çeşit sır vardır. Veya iki çeşit bilgisizlik vardır. Birincisi cahilin bilgisizliğidir.

Her cahil her şeyi bir sırra büründürür. Bir anlamı vardır deyip geçiştirir. Bu tavır din adamlarının yarattığı temel tehlikenin kaynağıdır. Oysa en temel bilinebilirler bile sır kabul edilir. Birileri o sırra ulaşmışsa, bu bilinemezlik olmaz ve bu nedenle sır olmaz. Yanı sıra hiç kimsenin bilmediği bilgiler vardır ki bu da ikincisidir.

Matematiksel bilgilerin içerisinde net bilgiler vardır. Örneğin 2*2 eder 4. Bunu bilmeyen biri sır diyebilir mi? Hayır. Sadece cahili olur bu bilginin. veya Modern Bilimin ulaştığı somut gerçekler vardır. Bunlardan biri Evrenin Genişlediği gözlemidir. Eline teleskopu alan biri buna tanık olabilir. Birileri bunu bilmiyor diye sır olmaz. Onun cahilliği olur. Peki bilinebilirler sır olabilir mi? Örneğin Evrenin küçük bir birimine vakıfız. yüzdeliğin yanında bilinmeyenler %5 bile etmiyor. Kamuya açık bilgilerdir bunlar -siyasi tabirle. Lakin devlet erkanının sahip oldukları, kamuya açıklamadıkları vardır -yine siyasi tabirle. İşte bunlara sır denir. Yani istenirse bile bilinemezliktir bunlar. Burada şunu diyebiliriz, bilgiye kavuştukça, hiçbir şey bilmediğimiz ortaya çıkıyor ve ondan sonra, bilinemeyenler sır kalıyor.

Lakin yine de bilgi cesaret getiriyor beraberinde. Sonuçta insanlar tarafından bilineni biliyorsun artık. Geriye kalanlar bilinememezlik olduğu için, artık sırlara inanmama cesareti gösterebiliyoruz. Buna ateist tavır örnek gösterilebilir. Ateist tavırın özeti şudur: ben bilinebilirleri bilebilirim, bilinemeyenler ise bilinebilirlere benzer, o halde tanrı veya varlığın bilinemez sırları yoktur.

Ölümün sırrı onun bilinemezliğinde gizlidir. Bildikçe bilinemez olduğu konusunda ittifak ettiğimiz için korku doyuyoruz ve ona anlamlar icat ediyoruz -evrenin başına uydurduğumuz anlamlar gibi. Eğer sofistike bir formül bulursak: yaşam ölümde, ölüm de yaşamda gizlidir. Yaşamın Anlamı ölümde, ölümün ise Yaşamda gizlidir. Bu sözlerimin kendisi bile içi boş, anlaşılamayan, test edilmeyen ama mantıklı, yine de açıklamaz ama hoş bir sözdür. Hoş, güzellik, mantık, hayranlık mıdır bilginin kaynağı? veya bilginin kendisi midir yaşamın anlaşılmaz yönü, ölümün bilinmez sırrı... Psikoloğun ölüm üzerinde söyleyebilecek fazla sözü yoktur aslında.

Ölümü neden icat ettik, ölümün anlamını? Ölümün ötesinde hiç olmayı göze alamadık, ölümü yarattık. veya ölümsüzlüğü kamçılattık yüreğimize ve ölümün ötesi yaratıldı inancımızda. Lakin yine burada ortaya çıkan paradoks, o istek ve duyguların daha önceden yüreğimizde, alt-bilincimizde saklı olma durumuyla ilgilidir. İnsan Irkının bilincinde meydana gelen ölümsüzlük, kudret ve iktidar sevdası ile diğer akraba canlıların varlığında göze çarpmayan {!} benzer verileri karşılaştırarak, bu duyguların öylesine olmadığı sonucuna varabiliriz bir yönüyle.

Neden sorusu üzerine kurulu olan bir soruşturma çıkar karşımıza. Neden bu duygular, neden kudret ve ölümsüzlük isteği? Bu soruşturma bile reel sırları yaratacak düzeyde kamçılayacak veriler sunmaz. Ölümün gelişi güzel bir vakıa olmadığı kabuledilebilir mi? Evet! Öldük, hiçlik vardır... Yokluk yoktur ama hiçlik vardır. Ama bilinçsiz, bensiz bir hiçliğin kaotik kahredicisi tam da önümüzde durmaktadır. Doğrusu önümüze çıkan temel kavramın benliğimizden vazgeçmek istemeyişimiz olduğu aşikar oluyor. Ölmek istemiyoruz değil, cogitomuzdan vazgeçemiyoruz.

Bilincimizin, benliğimizin olmasını diliyoruz! Eğer ki, bu dileğimizi açıklayabileceğimiz, bir tanrı varsa, gayet hizmetçi gibi hemece bizlere bir ölüm ötesi mekan vareder. Lakin yine de tanrının oyun oynayıp oynayamacağını bilemeyiz. Sonsuz yetkilerle donatılan bir tanrıya güvenmemiz için hiçbir neden yoktur. Verdiği sözler varsa bile, onlardan caymayacağını garanti edemeyiz. Yanı sıra tanrısız, aşkın bir kudretin olmadığı bir ölüm ötesi tasavvur ettiğimizde, gelişi güzel değil de, daha evrimsel düzlemde ve canlı evren formülünde böyle bir durumun ortaya çıkabileceğini tahmin edebiliriz keyfi olarak.

Eğer ki keyfimiz kanıtlar sunabilseydi bizlere, tanrı olma durumumuz da vaki olurdu. Belki de, Hintlilerin bu keyfiyet dolu tavırları onların herbirini tanrı yapabilmiştir. Atman vardı ve sessizdi, ben dedi, ben deyince farkına vardı ve parçalandı. Sen de ben dedin, şimdi farkına var ve birleş özünde, diyor Hintliler. Hintlilerin ölüm ötesi anlayışları ile tanrısal bakışları parallelik arz etmekle birlikte, ciddi bir soruşturmayla birilikte, yok edilesi görünüyor. Göksel Dinlerin ise ölüm ötesine dair düşünceleri rasyonalist -daha çok meteryale dayalı ve faydacı gibi duruyor. Ölüm ötesinden kurtulun diyor Nietzsche, benim cevabıma gelince, yaşıyorum ben.

Zend Mazdek
www.mazdek.com