- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

‘Neşeli İmam Hatipliler’ İntikam Peşine Düşmeden…

Eskiden belgesel dendiğinde aklımıza iki temel görüntü gelirdi; Afrika’da ceylanı kovalayan aslan ve denizin dibinde süzülen envai çeşit balık... Bugün internet bağımsız belgeselcilere, yetenekli gençlere ve hatta aktivistlere, dünyanın her yerinde, her eve girebilme imkanı sunuyor. Bu sayede Amerikalı bir araştırmacının ‘en insani idam yöntemini’ bulma çabalarına, Türkiye’de idamı tartışırken şahit olabiliyoruz...

Belgeseller üzerine bir kaç satır yazmaya, Radikal’in köşe yazarı, ‘internet ekipler amiri’ M.Serdar Kuzuloğlu’nun blog yazısı ve paylaştığı belgesel örneklerinden sonra karar vermiştim... Gerçekten de Kuzuloğlu’nun sözünü ettiği ‘Wallmart Belgeseli’ gibi, Türkiye’de örneğin bir ‘Kipa Belgeseli’ çekebilmek, yayınlatabilmek ya da sonrasında firma avukatlarından yakanızı kurtarabilmek mümkün müdür?

Bu düşüncelerle belgeseller arasında dolaşırken karşıma bir haber çıktı...

(İşin açığı bir kaç gün Ahmet Hakan köşesinde yazar diye bekledim.)

Bir grup imam hatip liseli genç, kapmışlar dijital kameralarını ve “Neşeli İmam Hatipliler” ismini verdikleri bir video kaydı ortaya çıkarmışlar. Haber sitelerinde ‘belgesel’ diye geçse de “alt tarafı bir ergen videosu” olmaktan başka bir numarası yok. (En fazla, imam hatiplilerin altı gözü, sekiz kulağı falan olduğunu zannedenler için bir referans olabilir.)

Ancak, videoda neredeyse motto haline getirilen bir cümle var ki, üzerinde biraz durmaya değer.

Kamerayı elinde tutan genç, tek tek okul arkadaşlarına neden imam hatip lisesine geldiklerini soruyor... Gençler de, “ailem istediği için geldim, onları kıramadım.” diyerek oyunbozanlık eden bir tanesi hariç, aynı şeyi söylüyor; “Eskiden dinimizi özgürce yaşayamıyorduk. Burada bize kimse baskı uygulamıyor.” Bunları söyleyen kız öğrencilerin hepsinin başının örtülü olduğunu da not düşmek gerek...

Yani açıkça demek istiyorlar ki; “Biz daha önce türbanımızdan, örtümüzden ötürü baskı görüyorduk. Müslüman kimliğimizi dışa vurmamız, dini hayat tarzımızı toplum içinde yaşamamız hor görülüyordu.

Doğrudur.

Fakat; bunları söyleyen kızlar taş çatlasın 15-16 yaşındalar... Bu ülkede ise 10 seneyi aşkın bir süredir muhafazakar bir iktidar, kendileriyle aynı okuldan mezun, imam hatipli bir Başbakan var. Yani neredeyse ‘gözlerini açtıklarından beri’ başka bir şey görmüş değiller...

Peki bu çocuklar hangi baskıdan, hangi dini yaşayamamadan, hangi özgürlükten bahsediyorlar? Tabi ki ailelerinden, anne-babalarından, ağabeylerinden, ablalarından duyduklarını aktarıyorlar. Onların yaşadıklarını içselleştirmişler. Yani aslında demek istiyorlar ki; “Benim ablam başı örtülü diye okula alınmamış, teyzeme zorla türbanı çıkarttırılmış. Ama bakın şimdi ben başım örtülü okula gelebiliyorum. Bana kimse ‘başını aç’ demiyor... Devran döndü, o günler geride kaldı. Artık güç bizde.

Bu çocuklar 28 Şubat hikayeleriyle büyüyor. O günlerden kalma baskıların, aşağılanmaların, toplumsal lincin travmasını miras almışlar... Şimdi şartların değişmesiyle birlikte bilinç altında bileniyorlar. On sene içerisinde bu çocukların hepsi birer meslek ve unvan sahibi olacak. Yani içlerinde biriktirdiklerini, ailelerinden miras aldıklarını rahatça ortaya dökebilecek imkanlara kavuşacaklar.

Konuyu buradan ‘barışın diline’ getiriyorum;

Bu ülkede er ya da geç geçmişin muktedirleri, geçmişin mazlumlarından, geçmişin güçlüleri geçmişin zayıflarından özür dilemeli... 

Kemalistler Dersim’den, devlet Kürtlerden, Türkler Ermeni ve Rumlardan, faşistler solculardan, laikçiler dindarlardan...

Aksi halde dünün mazlumu, ilk fırsatta gücü eline geçirip bir başkasına kötülük etmek için kodlanacak. Toplumsal evrim halkları buna götürüyor; bakın bugün dünyanın en zalim, en acımasız ülkesi, daha 50 sene önce milyonlarca soydaşını gaz odalarında kaybeden İsrail’dir.

Kin, nefret ve intikam duygularının üstünü, yüzleşme, itiraf ve özür ile örtmekten başka seçenek yok. Kemalistler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türkler, faşistler ve laikçiler için de...

ÖCALAN’IN EVLİLİĞİ

Ahmet Hakan’la Ertuğrul Özkök İran’da asansörde öpüşürken gizli kameraya yakalanan bakanın yaşadığı duygu tutku mu, değil mi tartışadursunlar...

Geçtiğimiz gün, Abdullah Öcalan’ın müzakerelerde öne sürdüğü şartlardan birinin ‘evlenebilmek’ olduğunu okudum. Başka bir yerde denk gelmediğim için, doğruluğundan emin değilim.

Ama eğer doğruysa...

30 yıldan fazla süren bir savaşın bitmesi konuşulurken, taraflardan birinin lideri, ömür boyu kapalı kalacağı hapishanede, ayda-yılda bir görme pahasına bile olsa, yine de, ille de evlenmek istiyorsa...

Söz konusu kişinin bir terör örgütü lideri olduğunu, bir savaş suçlusu olduğunu falan bir kenara bırakın.

‘Tutku’ bu değilse, nedir?

MÜEZZİNOĞLU’NUN HASTANELERİ

Sağlık Bakanlığı’na getirilen Dr. Mehmet Müezzionoğlu’nu AKP İl Başkanlığı’ndan tanıyorum. Ayni zamanda o zamanlar Avcılar bölgesinde sahibi olduğu özel hastanelerden ötürü de yerel basında bir ilişkimiz vardı. Bakanlığa terfi edince sordum, hastaneler hala kendisine aitmiş. Yani ülkemizin çiçeği burnunda Sağlık Bakanı, hali hazırda bir özel hastane baronu da...

AKP iktidarı özel hastaneler konusunda, sosyal sağlık politikaları yönünden bir çok ciddi adım attı. Bu konuda bazı çalışmaların da halen sürdüğünü biliyorum. Peki bir yandan bu adımlara hazırlanılırken, bir yandan da Sağlık Bakanı’nın özel hastaneler sahibi olması olumsuz bir etki doğurmayacak mı? Ya da kamunun çıkarlarını düşünmesi, kollaması gereken bir yürütme erkinin, özel sektörde de pay sahibi olması etik mi?

Kaan Göktaş [1]
twitter.com/kaangkts [2] | facebook.com/kaangkts [3]

Hamiş : Söz konusu videoyu izlemek için;