Müsbet hareket" uzlaşmak değildir. Ömrü boyunca "müsbet hareket" eden Said Nursî, varlığını çekemeyen, yazdıklarına ve söylediklerine amansız muhalefet eden "iktidar"la uzlaşmadığı gibi, uzlaşma projelerinin yanında olmadı. Siyasal alanda çatışmadan çekildiğinde, ideolojik olarak, ontolojik olarak söyleyeceğini net bir çizgiyle ortaya koydu. Aksiyondan hiç vazgeçmedi. Aslında, Said Nursî'nin mahallesinden onlarca Mavi Marmara kalktı ölüme doğru. Bazen bir şehrin esnafı, bazen bir köyün safi kalp çiftçileri kamyonlara dolduruldu, "toplu idamlık"lar olarak aylarca haber alınmadıklara mahpuslara götürüldü. Yeryüzünün en uzak köşelerinde aşkla şevkle hizmet eden isimsiz kahramanların gönüllerini inşa eden satırları yazarken defalarca zehirlendi. Siyasal muktedirleriyle de muhalifleriyle paralel bir çizgide durmadı. Ama rejimi daha derinden, söyleminin temeli olan ideolojisinden sarsmaktan hiç geri durmadı. İdam cezasıyla yargılanmasına giden aksiyonunda, kimseden izin almadığı gibi, fikirlerini asla saklamadı, duruşuna hiçbir şekilde ayar çekmeye kalkmadı.
Çünkü bir zalime zalim olduğunu söylememek, zalime zulüm olurdu. Küfür içinde olanlara, küfürlerini imanmış gibi göstermek, en başta imanı küçümsemeye gelirdi ve küfrün kara perdesini iyice kapatmak anlamına gelirdi. Böylesi bir merhametsizlikten Said Nursî uzaktır, onu izleyenler de uzaktır. Bu gerçeği, Said Nursî'nin bir zamanlar anıldığı ünvanla anılan "Hocaefendi" de gayet iyi bilirler.
Asıl "müsbet hareket", göğüslerinde Kâbe kadar hürmeti hak eden iman'ı, Uhud Dağı'nca inkâr edilmez büyüklükte islam'ı taşıyan kardeşlerin birbirlerini kolayca harcamayacak kadar kıymetli ve vazgeçilmez olduklarını bilmekle başlar. IHH da Gülen Hareketi de ve görevdeki Türkiye Cumhuriyeti hükümeti de medeniyet mirasımızı hakkıyla temsil eden o kocaman gönlün cisimleşmiş hâlidir. Gerektiğinde IHH gönüllüsü gömleğini de giydim şerefle, sırası geldiğinde Nur Talebesi kardeşlerimin kıtlık ve imkânsızlıklar içinde kurduğu irfan sofralarına da sevinçle oturdum. Var mı itirazı olan?