- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Mektup

İşin stresi akşama kadar beynini Allah bullak yapmıştı, Ceketini öylesine kanepeye atıp, babasını bekleyeme dayanamayan oğlunu vücudundaki onca tere rağmen kuştüyü yatağının içine bırakıp, tombul yanaklarından öpücükleri ardı ardınca uyandırma pahasına alıp, kendisini serin balkona bıraktı. Ardında da şehrin gösterişli ışıldayan görüntüsüne gözlerini teslim etti. Balkondaki babaannesinden kalan yeşil kadife renkli koltuğa oturduğunda aklı, eski günler ve sevgilileriyle birlikte karmakarışıktı. Komşu Hatice teyzenin kızı Hülya’yı da bir türlü aklından çıkaramadı. Deforme olmuş, insan bedenini taşımaktan yorulan ve çukurlaşan kanepe de uyuyan karısına göz ucuyla öylesine baktı. Cüzdanında sakladığı aşk dolu mısraları balkonda havanın rüzgarlı ve çarpıcı olmasına aldırış etmeden okumaya başladığında, yüreğinin sıcaklığını kanında hissetmeye başladı “ Böyle sevdim seni. Ben seni kocaman bir yürekle sevdim.

Gözlerim değil, yüreğimdi seni gören, sen damarlarımdaki kana karışıp geldin. Oturdun yüreğime. Bir başka yerde olamazdın zaten. Sen benim en değerli yerimde; yüreğimde olmalıydın, orada kalmalıydın. Çok aşka sebep olan bu yürek ilk kez bu kadar kolay kabullendi birini. Herhangi bir konuk değildin artık. Bu yüzden ne ağırlama faslı vardı, ne de uğurlama.” Sevdiği kağıt parçasına dökülen aşk namelerinden gözlerini ayırıp, gökyüzüne baktığında, yıldızların özgürlüğünü tadımsaldı. Rüzgarın hafifçe esen soğukluğuna aldırış bile etmedi. Göz ucuyla, karısına bir kez daha bakıp, kafasını iki yana sallayıp, satırlarda gözlerini tekrar buluşturdu; “ O yüreğin gerçek sahibiydin. Şimdi sonbahar ve kışa giriyoruz ya, ben dört mevsim baharı yaşadım seninle. Çiçek gibi açtın yüreğimde… “ Böyle bir aşk yüreklerde var mıdır ki?”sorusuna yanıt bulamadı. “ Gökkuşağı sönük kaldı senin renklerinin yanında. Taze bir yaprak gibi yeşildin.” Sedat, sigarayı pek sevmezdi, oldukça yüklü duygularda boğulduğunu hissetti.

Karısının sigarasından tellendirmeye başladığında, duman olmuş duyguları bir bilinmeyene doğru yol alıyordu. Karısını, “nereden evlendim şu kadınla?” yargılayan yüz ifadesiyle süzüp, mutfağa yöneldi. Buzdolabından çıkardığı çevresi buz tutmuş birasını bardağına bir hışımla boşalttığında, köpükler tezgahın üzerine sabrı gibi taşıyordu. Tekrar balkondaki yerini alıp, kaldığı yerden okumaya devam etti; “ Üzerine çiğ taneleri düşmüş sarı güldün! Kırmızıydın bir ateş gibi ve maviydin özgürlük gibi. En çok bu renkte anmayı sevdim seni. Denizdin, gökyüzüydün benim için. Ne balık olmayı düşündüm denizde sensiz, ne de gökyüzündeki en parlak yıldız, oysa denize de tutkundum, gökyüzüne de. Seni severken dünya’yı da sevdim ben. İnsanları da kendime bile dar gelirken, içinde herkese yer olan bir hayatın sahibiydim artık. En kızgın, en tahammülsüz olduğum anlarda bile seni düşünmek yetti bana. İçimdeki sevinç yüzüme yansıdı. Güldüm. Beni böylesine güldüren senin sevgindi ve ben kaygısız içten gülüşün ne demek olduğunu, nasıl güzel bir şey olduğunu seninle anlamadım. Her şeye rağmen sevdim seni. Güçlüydüm ve aşamayacağım hiçbir zorluk yoktu.

Koca bir kentte, koca bir ülkeye kafa tutabilirdim. Sen elimden tuttuğunda, kendimi patlamaya hazır bir volkan gibi hissettim. Menzil sendin ve ben o menzile ulaşmak için önüme çıkan her şeyi yok edebilirdim. Sana ulaşmamı engelleyecek her şeyi kül edebilirdim. Sana ulaştığımda sakin bir göle dönüşürdüm ve o göle bir tek sen girebilirdin.” Üşüyen tüylerinin dikenliğine aldırış etmedi. Önemli olan içinin derinliklerindeki sıcaklıktı. Kağıdı katlayıp, sehpanın üzerine koydu. Uzaklara daldı. Sevdiği sevgilileri gözünde canlandığında, acaba şu okuduğum satırları hangisi hak ederdi. Hülya’yı hepsinden ayrı tuttu. Yüreğinin bu kez sızladığını anladığında, sevgi denen şu beklenti yıldızların uzaklığı gibi çok mu uzaklardaydı? Yoksa sahiden Kaf dağının ardında mıydı? Gökyüzüne baktı, yıldızları süzgü, onlar bile gülümsüyor, ben neden gülemiyordum? Rüzgardan sandalyeye takılan perdeyi kurtardığında, kanepede yatan karısının sırtını ancak görebildi. Zaten pek de görmek istemedi. Zamanın akışını anlayamadan, başının hafifçe dönmeye başladığını hissetti. Göz kapakları ‘yeter artık…!’ bitireceksen bitir şu sevda masalını, artık tahammülüm kalmadı sana Sedat’ isyanı içinde olmasına rağmen yinede son satırları okumadan yapamadı. “ Sevdim seni ve de hayrandım her halin çekti beni. Duruşunu, uyumanı, gülmeni, kızmanı, şaşkınlığını, saflığını, kurnazlığını, çocukluğunu, olgunluğunu sevdim. Sesini de sevdim, suskunluğun dasitemlerini de, korkularını da sevdim. Seni ve o doyumsuz sevdanı, uçarı sevdanı anlatacak kelime bulamadım çoğu zaman. Sığmadın cümlelere ve hiçbir cümle seni yeterince tarif edecek kadar derin olmadı. Seni severken yorulmadım. Çünkü sen yaşam kaynağımdın. Her gün yenilendim. Seninle çoğaldım ve büyüdüm. Eksik kalan neyim varsa tamamladım. Ölmeyecektim! Çünkü sen ölmezliğin ta kendisiydin. İşte böyle sevdim seni! Sevdim işte ötesi yok” okuduğu sevda yüklü satırlar bittiğinde, damarlarına sevdayı enjekte edip, ful deponun rahatlığını özümsedi. Çoktandır böylesi duyguları yaşamamıştı. Kendini sevdaya aç duyumsadı. Yudum yudum aşk duygularını artık içine çekmişti. Keşke bende satırlardaki güzel duyguları karıma söyleyebilseydim. Ama içerideki hak etmiyor ki, hak etmiyor ki, tekrarlarıyla yatak odasının yolunu da çoktan tutmuştu…