content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

22 Mar

Kürt Sorununa Çözüm Arayışları (II)

Kürt sorununa çözüm aramak amacı ile yapılan tüm çalışmaların başarıya ulaşması için mutlak anlamda adalet ve eşitlik ilkesinin hayatta geçirilmesi gerektiğine inandığımı belirterek başlamak istiyorum… Bu ülkede ikinci dünya savaşından bu yana Kürt sorunuyla beraber, ülkede yaşanan tüm olumsuzlukların ve sorunların tek sebebi mutlak anlamda adalettin olmayışı ve ulusalcılık hastalığıdır. Toplumun yapısından gelen gelenekçi kardeşlik anlayışı ortaya ciddi sorunlar koymaktadır. Toplum öyle bir hale gelmiş ki, ırkçılıktan dolayı kitleler arasında çok ciddi ayrımcılıklar bizatihi devlet ve siyasal hareketler ve hatta cemaatler eliyle ortaya konuluyor. Bu anlamda sorumlu tarafların üzerine düşenleri birkaç başlık altında kısaca anlatmak istiyorum.

1- DEVLETE VE HÜKÜMETTE DÜŞEN SORUMLULUK Sorunun çözülmesi adına son bir yıldır AKP siyasetince başlatılan demokratik açılımın geldiği nokta tükeniş noktasıdır. Çünkü AKP’nin siyasal yapısı Türkiye’de adil bir demokrasiyi ortaya koyacak iktidar ve kadroya sahip değildir. Kürt sorununun çözümü noktasında anayasal düzenlemelerin yapılmasını talep ederken “bu ülkeyi Türkler ve Kürtler birlikte kurdu” ibaresinin konulmasını yeterli gören zihniyet azınlık haklarını da ihlal etmektedir. Çünkü bu ülke sadece Türk ve Kürtler tarafından değil tüm etnik sınıfların ortak mücadelesi sonucunda kurulmuştur. Eğer bu ibarenin ekleme yapılması sorunu çözecekse ki; asla mümkün değildir, öyleyse bu maddeyi “bu ülke, ülke topraklarında yaşayan tüm halkların ortak mücadelesi ile kurulmuştur ve bu ülkenin sahipleri bu ülke sınırları içinde yaşayan tüm halklardır”ibaresi daha adil ve daha akılcı olur. Ayrıca Kürt sorunu yeni bir sorun değildir, bu yüzden bu sorunun çözümü öyle bir takım anayasa yamalarıyla çözülmez. AKP hükümeti Bu sorunun çözülmesi için geriye dönük çok ciddi bir araştırma yapmak zorundadır. Sorun T.C tarihiyle girift bir noktaya ulaşmıştır.

Osmanlı tarafından yüz yıllarca sömürülen Kürt halkı, Türk ulusalcılığı Kürt halkının savaşın olduğu en zor dönemlerinde bile İslam kardeşliği ayakları ile adeta garantileri olarak savaş cephelerinde acımasızca kullanılmıştır. Cumhuriyet döneminde Kürtleri cepheye süren kardeşlik söylemleri cumhuriyetin kuruluşu ile son bulmuş ve artık Kürtler cumhuriyet için bir tehlike olarak görülüp Atatürk ve İsmet İnönü tarafından tasfiye yoluna gidilmiştir. Hatta bu ayrıştırma öyle bir hal almış ki; Kürtler, Türk milliyetçiliğinin fikir babaları tarafından “Kürtler ancak bizim kölemiz olur” “en iyi Kürt ölü Kürt’tür” vb. tanımlara ve aşağılamalara, asimilasyonun her türlüsüne maruz kalarak, adeta ırksal olarak yok edilmeyle karşı karşıya bırakılmışlardır. İşte bu sebeple sorunun kaynağına inmedikçe, sistem kendisinin ürettiği bu zulümle yüzleşmedikçe Türkiye de gerçek anlamda bir kardeşliğin tesisi yâda demokratik bir toplumun ortaya çıkarılması mümkün değildir. Çok değil T.C sadece otuz yılık geçmişiyle yüzleşmek zorundadır. yoksa Kürt sorunu TC’nin başını ağrıtmaya devam eder ve iş belki de orta doğuda parçalanmasına kadar da gidebilir.

Türkiye’de Kürt ve Türk halkı arasında gerçek anlamda bir kardeşliğin yolu ancak mutlak adalet ile oluşabilir başka da bir yolu yoktur, olamaz. Kardeşlikte tek taraflı değil karşılıklı olmalıdır. Şimdi hükümete düşen 30 yıllık süreç içerisinde doğu ve güneydoğu da yaşatılan tüm baskı, şiddet, zulüm, faili meçhul ve haksız uygulamaların hesabını sormak ve zulmü yapan devlet kadrolarının mahkemeye çıkarılıp adil bir yargılama ile tasfiyesini sağlamaktır. Köyleri yakılan, öldürülen, işkencelerden geçirilen halktan devlet resmen özür dilemeli ve tüm aldıklarını geri vermekle beraber öldürdükleri insanların kanları karşılığında öldürülenlerin ailelerine tazminat ödemelidir. Bu süreçte devlet PKK’yı tasfiye etmeyi düşünmektedir. Ancak bu tasfiye çalışmasının alt yapısı oluşturulmadıkça devlet bunu asla başaramayacaktır. Çünkü devlet PKK kadrolarını tasfiye edip hapishanelere doldurmaktan başka bir çözüm sunamayacak kadar acziyet içindedir. Bu şekil bir çözüm anlayışı ise sonuç vermeyecektir.

Devletin Kürt halkına karşı bakışı değişmedikçe ve Türk medyasının yaptığı yayınlar sonucunda Kürt halkına karşı oluşturulan ‘barbar Kürtler’ imajını silmedikçe ve en önemlisi devlet Kürt halkına on yıllardır zulüm, baskı, şiddet ve asimilasyon uyguladığını Türk halkına anlatmadıkça bu sorunun çözülmesi mümkün değildir. Bir takım şaşaalı sözlerle Kürt sorununu çözmeyi düşünen siyasetçiler, Kürt sorununu çözmek yerine yaptıkları olumsuz siyasi kavgalar ile daha da içinden çıkılamaz hale getirdiklerinin farkında bile değillerdir. Diğer bir husus ise, AKP hükümetinin doğu ve güneydoğu da istihdam alanı açmak, işsizliği gidermek yerine sadaka gibi para dağıtması ve böylelikle tarımda ve hayvancılıkta üretimi bitirme noktasına getirerek Kürt halkına iyilik yaptığını sanma aymazlığına düşmesidir. Devlet batı bölgelerinde, yaptığı yatırım ve teşviklerin aynısını doğu ve güney doğuya da kaydırarak ve iş imkânları ile Kürt gençlerinin sağlıklı bir koordineyle kendi bölgelerinde iş sahibi olmalarını sağlamalı. Devlet Kürt halkının yaşam standartlarını yükseltmek amacıyla bu bölgede ciddi ve kalıcı yatırımlar yapmalı. Devlet yaktığı köyleri yeniden imar etmeli. Göçe zorlanan bölge halkını yeniden bölgede huzur ve refah içinde güvenle yaşamalarını sağlamalı. İşsiz gençlere iş alanları oluşturmalı, fabrikalar kurmalıdır.

Kardeşliğin tesisi için mutlak anlamda geçmişle hesaplaşılmalıdır. Dağdan barış gurubu olarak Türkiye’ye Kandil ve Mahmur’dan gelenler derhal salıverilmeli, belediye başkanlarının tutukluluklarına son verilmeli, medyaya yansıyan tutuklama görüntüleri için Türk hükümeti ilgililerden hesap sormalıdır.

2- PKK/BDP’YE DÜŞEN SORUMLULUK Kürt sorununda büyük oranda söz sahibi olan BDP/PKK bölgede üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli. Yerel yönetimleri halkın sorunlarına çözüm üretmeli, gerçek anlamda halkçı ve kendi halkının sorunlarını çözmek istiyorsa ötekileştirme hastalığından vazgeçmeli ve yerel yönetimlerinin oluşturduğu ayrımcılık ve sınıflaştırmayı ortadan kaldırmak için samimiyetle adım atmalıdırlar. BDP Kürdistan bölgesinde halkın siyasal olarak seçimlerde neden kendi partilerine beklenenin altında ilgi gösterdiğinin cevabını aramalıdır. Yerel yönetimlerinde her türlü ayrımcılığı ve sınıflaşmayı yapan BDP, yönetimleri ile aslında Kürt halkının sorunlarına çözüm üretmek için herhangi bir çaba göstermediğini ortaya koymaktadır. Eğer Kürt halkı BDP yerel yönetimlerinden memnun değilse bu parti yönetiminin başarısız siyaset anlayışı ve sorumsuzluğundandır. BDP yönetimine şunu tavsiye ediyorum. Eğer gerçekten kendi halkınızın refahını istiyorsanız halkınızın yoksulluk, açlık, işsizlik sorunlarına çözüm üretin. Halkı sınıflaştırmayın, insanları siyasi, inancı ve düşüncesinden dolayı ötekileştirerek halkı kamplara bölmekten vazgeçin… BDP ‘bir adamın’ refahını Kürt ulusunun refahına tercih etmekten vazgeçmelidir. Halkın asıl sorunlarına pratik çözümler üretmeli, gelecekte Kürt halkının tüm sorunlarına adil ve eşit şartlar altında çözüm üreteceğini de ortaya koymalıdır… Yerel yönetimlerine Kürt ulusal mücadelesinde bedel ödemişleri getirme anlayışı yerine işlerin de ehil olan, çözüm üreten, halkı kazanan idarecileri getirme anlayışı ile hareket etmelidir.

3- PARTİLERE DÜŞEN SORUMLULUK Türkiye’de ki siyasi partilerin hemen hemen hepsi de Kürt sorunu ve terörden beslenmektedirler. Maalesef 30 yıldır durum böyledir. Siyasal rantlarını ve iktidarlarını toplumun sorunları üzerinde inşa etmeye çalışan zihniyetler, sorunların çözüme ulaşmasını engellemektedirler. Asıl görevleri "adil iktidar, ahlaklı muhalefet" çerçevesince ülke içinde yaşanan sorunlara milletten aldıkları yetkilerle çözümler üretmek olan siyasi partiler, halkın omuzlarına basarak en tepelere çıkmaktan ve iktidarlarını güçlendirmekten başka hiçbir hareket ortaya koyamamaktadırlar. Eğer siyasi partiler gerçekten Kürt sorununu ve bununla beraber ülkede ki işsizlik ve haksız paylaşım sorunlarını ortadan kaldırmak istiyorlarsa, önce kendi içinde ki gayri meşru illegal yapılanmaları tamamen tasfiye etmeli, milletten aldıkları sorumlulukları adil bir yaklaşım ile yerine getirmeli, Kürt sorununun adil bir şekilde çözülmesi için bölge halkı dikkate alınarak yapılması gerekenleri ortaya koymalıdırlar.

4-İŞ ADAMLARINA DÜŞEN SORUMLULUK Medyada takip etiğim kadarı ile Türkiye de Tüsiad ve Müsiad ekonomik alanda hükümetleri sürekli yönlendirmekle beraber siyasi demeçler veren ve sözüm ona çözümler sunan birer sermaye kuruluşlarıdır. Ama ne hikmetse bu iki kuruluşun da bölgede bir yatırımı veya istihdama yönelik çabaları görülmemektedir. Kapitalist Tüsiad ve abdestli kapitalist Müsiad fikirsel olarak çözüm sunarken, barış/demokrasi derken, eylemsel ve yatırımsal olarak bölgede işsizliğin bitmesi, istihdamın sağlıklı ve kalıcı olması için ekonomik alanda katkı sunmamaları, kapital sermayenin gerçek yüzünü ortaya koymaktadır. İş adamları bölgede ekonomik alanda var olan tüm sorunlara çözüm üretmeli ellerini taşın altına koymalıdırlar. Salt, içi boş söylemler ile toplumsal hiçbir sorunun çözülmeyeceği gerçeğinden yolla çıkarsak yapmaları gereken tek şey bölgede işsizliği ve aşsızlığı ortadan kaldıracak somut adımlar atmaları olacaktır.

5-SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINA DÜŞEN SORUMLULUK Türkiye de bulunan STK’lar sadece Kürt sorununda değil ülke halkının yaşadığı tüm sorunların çözüme kavuşması için de sorumluluk almalı. Siyasi hiçbir partinin çatısı altına girmeden, bağımsız, özgür bir duruş ile halkın sorunlarını gündemde tutmalı ve siyasi iktidara çözüm üretmesi konusunda baskı yapmalıdır. Sivil toplum kuruluşları tarafsızlık ilkesine bağlı kalarak, bu ülkede ezilen tüm halkları kucaklamalı, iktidar partilerinin veya siyasi partilerin arka bahçesi olmamalıdırlar… Peygamberi duruş bu konuda en iyi emsaldir.“Hılful füdul” peygamberi bir örnek olarak da tarihsel tecrübe olarak da göz önünde bulundurulmalıdır. Mazlumun ‘dini, dili, düşüncesi, ırkı, rengi, coğrafyası ve siyasi görüşü sorulmaz’ ilkesince muhatap alınmalıdırlar. Mazlumu korurken iktidar istedi veya muhalefet istedi diye değil insani bir sorumluluk bilinci ile korumalı ve gerekirse tüm alanlarda bunun mücadelesini vermelidirler… STK demek sadece ilmi ve kültürel çalışmalara yapan kurumlar demek değildir, olmamalıdır. STK’lar kendi sorumluluk alanlarında ezilen tüm mustazafların sesi olmalı; yoksulların, açların, işsizlerin, aşsızların, dul ve yetimlerin, özgürlükleri ellerinden alınan kadın ve erkeklerin ve diğer tüm sınıfların haklarını onur şeref ve izzetle korumalıdırlar. STK’lar hiçbir parti, cemaat, örgütün arka bahçesi olmamalı, insanlığın yeniden ayağa kalkması için tavizsiz bir mücadele ahlakına sahip bireyler yetiştirerek bu mücadeleyi tüm topluma yaymalıdırlar… selam ve muhabbetle kalın...

Etiketler : , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank