- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Kerbela Faciası

Kerbela Faciası, bir tarih olayına indirgendiği için mi yeterince anlaşılamamaktadır? Belki bu yüzden Kerbela faciası, andığımız kadar anlamaya da muhtaç olduğumuz bir konudur? Önce şu durumu hep birlikte görmek gerekir ki; Hz. Hüseyin bir hizbin, bir cenahın veya bir mezhebin sembolü değildir. Aksine bütün hiziplerin, cenahların ve mezheplerin sembolüdür. Bu sonuca nereden varıldığı sorulabilir; hatırlanmalı ki İslam Dünyasının en yaygın, en saygın isimlerinden birisi “Hüseyin” adıdır. Bu adın yalnızca bir geleneğe bağlı olduğu için yaygınlaştığını düşünmek, Müslüman hafızayı, Müslüman şuuraltını yok saymaktır. Bu gün hemen her ailede neredeyse bir Hüseyin, hemen her caminin müstesna bir köşesinde bir Hüseyin adına rastlanmaktadır. Bu yalnızca bir geleneğin uzantısı olabilir mi? Evet İslami geleneklerde de onun ayrıcalıklı bir yeri vardır ama onun yeri geleneğin sınırlarını aşmıştır.

İslam’ı yaymak için olağan üstü fedakarlıklar yapan tanınmış, tanınmamış pek çok İslam büyüğü bilinmektedir. Dış düşmana karşı, sömürgecilere, işgalciler, haçlılara karşı İslam’ı ve onun beldelerini korumak için eşsiz kahramanlıklar gösterenler de bilinmektedir. Ancak Hz. Hüseyin’in yeri bütün bunlardan farklıdır, ayrıdır.Çünkü o iç düşmana karşı mücadele etmiştir. İç düşmana karşı hangi şartlarda neler yapılabileceğini göstermiştir. İç düşmana teslim olmadığı gibi onun suratındaki maskeyi de yırtıp atmıştır. Bu bile başlı başına bir çığr sayılabilecek ölçüde devasa bir olaydır.

Kerbela faciasının nedenleri aslında (M.) 661’de Hz. Ali’nin şehadeti ile başlamıştır. Çünkü Hz. Ali’nin varlığı ile Muaviye bin Ebu Süfyan’ın saltanatı engellenmiş, ertelenmişti. O şehadetle hem engel hem de ertelenme ortadan kalkmış oldu. Her ne kadar çok sınırlı bir düzeyde Hz. Hasan’ın mücadelesi olduysa da, o mücadelenin de başarısız kalması Hz. Hasan ve Muaviye bin Ebu Süfyan arasında malum anlaşmanın imzalanması bir Beni Ümeyye Saltanatının da kapısı aralamış oldu. Muaviye kendisine itaat etmeyen, itaat etmesinden kuşku duyulan hemen herkese büyük zulümler yaparak kişisel bir hegemonya tesis etmiştir. Onun zulmünden, canlı bir şekilde toprağa gömülmek gibi vahşetlere maruz kalanlar bile olmuştur. İşte bu hengamede Muaviye bin Ebu Süfyan’ın (M.) 680’de vefatı tarihin de kırılma anı, kanlanma anı olmuştur.

Muaviye daha sağlığında zorla ileri gelenlerden oğlu Yezid için biat bile almıştır. Böylece İslam ümmetinin idaresini Beni Ümeyyenin özel mülkü haline getirmiştir. Öldüğünde Yezid’e biat etmeyen tanınmış belli başlı üç kişi; Abdulah İbni Zübeyr, Abdullah İbni Ömer ve Hüseyin bin Ali kalmıştır. Bu üç kişiden Hz. Hüseyin’in Yezid’e karşı kıyamı kendisini yalnızca diğerlerinden değil sonraki yüz yıllardaki bütün kıyamlardan da ayrı bir hale getirmiştir.

Çünkü dış düşmana, dış saldırı ve işgallere karşı koymak daha kolaydır. Halk bu mücadelelere daha çok destek olur. Bu yüzden dış düşmanlara karşı mücadele veren İslam büyüklerinin imkanları döneminin şartlarına bağlı olarak geniş olmuştur. İç düşman aldatıcıdır. İfsad edicidir. Yoldan çıkarıcıdır. Korkutucudur. İç düşmanı halkın her dönemde yeterince takdir ettiği ve mücadeleye destek olduğu görülmemiştir.

Yezid’le Hz. Hüseyin’in mücadelesinde ikisi arasındaki değer farkının sonsuz denecek bir düzeyde olmasına karşılık ikisinin sahip olduğu kuvvet ve imkan da o ölçüde farklıdır, büyüktür. Çünkü Hz. Hüseyin davet edildiği Kufe’ye doğru Medine’den yola çıktığında yanında binlerce taraftarı vardır. O binlerce taraftar zahmetli/korkulu çöl yolculuğunda adeta güneşin altındaki karın erimesi gibi hızla azalır.

Hz. Hüseyin Kerbela’ya ulaşıp düşmanları tarafından kuşatıldığında yanındakilerin sayısı yüzden bile azdır. Bunların çoğu da kadın ve çocuktur. Hz. Hüseyin öldürücü çöl kuşatmasında inançları ile İslam ile; taammüden bir ifsad arasında seçime zorlanmıştır. Onu davet eden Kufe’lilerden ne bir destek ne bir haber ulaşmamıştır. Ünlü Arap şairi ferezdak’ın dediği gibi : “Onların kalbleri seninle, ama, kılıçları sana karşı..’(‘Qulûbihim ma’k, suyufihim aleyk..’)olmuştur. Hz. Hüseyin on binlerce vahşi saldırgana karşı bir avuç dostu ile karşı karşıya kalmıştır. Akıbeti malumdur ki yeryüzü durdukça benzeri bir alçaklığa kolay kolay şahit olmayacaktır.

Hz. Hüseyin; Kerbela’da bir iktidar mücadelesine mi kurban gitmiştir? Olayın böyle görülmesi de en az Kerbela ölçüsünde büyük bir faciadır. Çünkü İslam ilkelerini tahrif eden, taammüden çiğneyen bir rezil iktidara karşı mücadele etmek yerine onunla uzlaşma yolunu arasaydı, bir numara olmasa bile iktidarda ayrıcalıklı bir yere sahip olabilirdi. Zaten kendisine ısrarla; “gel biat et” diye teklif etmenin anlamı da bu değil miydi? Ama Hz. Hüseyin, Yezid’e biat etmeyi, sırtını İslam’a dönmekle eş değerde gördü ve bunu şiddetle reddetti.

Hz. Hüseyin’i anlamak için, onun nasıl bir düşmana karşı mücadele ettiğini de bilmek gerekir. Çünkü Hz. Peygamber(sav)in vefatının üzerinden daha 48 yıl geçmişken, sanki o dönem hiç yaşanmamış gibi, sanki ortada Kur’an yokmuş gibi tağuti özelliklerle donanmış bir iktidar İslam Ümmetinin başına musallat olmuştur. Ümmet korkularına mağlup olmuştur. Ne Hz. Hüseyin’e sağlığında ne de onun şehadetinden sonra ona sahip çıkamamıştır. Dualarda ismi tekrarlanan bir zata, Hz. Hüseyin’e sahip çıkamamak ne büyük bir faciadır.

Hz. Hüseyin’in mirası ancak onu anlamakla ve anmakla sürdürülebilir. Bunun başlıca şartı onun gibi inanmak onun ahlakı ile ahlaklanmakla olabilir. Çünkü onun ahlakı ve inancı kendi nefsiyle birlikte bütün yakınlarını tuğyana karşı feda ettirmiştir. Bu gün Hz. Hüseyin’in bu inancına ve ahlakına sahip olmadığımız içindir ki onun fedakarlığını anlamaktan bile uzağız. O bütün yakınlarını İslam için feda etmekle İslam’a karşı nasıl bir fedakarlık hissi ile dop dolu olduğunu da göstermiş oldu.

Muhtemelen Hz. Hüseyin’i anlamanın da başlangıcı burası olacaktır. Ancak onun ahlakı ve inancıyla bu destansı fedakarlık olduysa, emsalsiz kutlu bir kıyam olduysa, Hz. Hüseyin’in takipçileri de ancak aynı yolu izledikleri takdirde onu anlamış, onun değerini kavramış olacaktır. Hz. Hüseyin nasıl zamanın tağutu ile bir arada aynı yolda olamadıysa onun takipçilerinin de kendi dönemlerinin tağutları ile bir arada ve aynı yolda olmaları asla düşünüleme. Bu İslam’ın ilkelerine esastan aykırıdır.

Hz. Hüseyin’in tutumu İslam Ümmetine bir büyük iyiliktir. Çünkü o kitaba dayalı bir İslam ahlakının nasıl olabileceğinin misalini göstermiştir. Kendi canını ve bütün yakınlarının canı pahasına İslam’ın yolunun eğilip bükülmeden dosdoğru bizlere kadar ulaşmasına büyük bir katkıda bulunmuştur. Hz. Hüseyin kendi zamanının tağutuna karşı kıyam etmeseydi, babası ve diğer İslam büyüklerine karşı yapılanları kınamak için kendi kendine eza cefa etseydi hem üstlendiği misyona vukufiyetinden şüphe duyulurdu hem de yüzlerce yıl sürüp gelecek dehşetli bir irkilmeyle İslam Ümmetini uyarmış olamazdı.

Buna karşılık tarihte benzeri görülmeyen bu facianın yıl dönümlerinde, tatlı dağıtımları ile ikramları ile Hz. Hüseyin’in anılmaya çalışılması da oldukça yersiz, münasebetsiz bir gelenektir. O büyük zatın ve yakınlarının başına gelen eşsiz felakete denk bir anılmaya her nefsin kendi inancını ve ahlakını, direnme dayanma tutkusunu sınamak yerine bir şölen havasıyla bu günün anlamından içeriğinden uzak bir anmada Hz. Hüseyin’in mirasını giderek toplum içinde etkisiz hale getirmektedir.

Kerbela vb olaylar toplumun sarsılacağı, uyarılacağı günlerdir. Bir sınanma günleridir. Bir ziyafet ve şölen gününe dönüştürülmesine çağdaş tağutların seyirci kalması hatta alkışlaması, bu şölen-ziyafete dönüşen yıl dönümlerinin kendilerine bir zarar vermeyeceğine olan güvenleridir. Oysa Kerbela bir tarih olayıdır. Tarihi bir olayın tekrarı olmayacaktır. Ama Müslümanlara vaziyet eden çağdaş tağutların her biri bir Yezid olarak bilinmedikçe mevcut tağuti egemenliklere köklü bir itiraz ortaya koymadıkça, tarihte kalmış bir olayın faili olanlara lanet okumuş olmak Hz. Hüseyin’in mirasının devamı için yeterli olmayacaktır.