- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Kaçak Çay ,Benimkisi

Bir taraftan kazanırken bir başka taraftan kaybediyor olmak, kazanmak değildir...
Böylesi bir kazanım, kazanç sayılmaz…

Günlerden aylar, aylardan yıllar ve yıllardan da hem tarih hem de insan ömrü oluşur… Bunu bilmeyen yoktur…

Fakat bazılarımız,bu tarihi süreç içinde oluşan hayatımızdaki olayların tekdüzeliğinin ve monotonluğunun farkına varmadan doğum günlerini, yılbaşı veya herhangi bir olayın yıldönümünü kutlar… Oysa yıllar ve zaman değişse de değişemediğimizin farkına varamadık… Bu kısır döngünün içine “Mahkûm” olduğumuzun farkına varmak milattır! Değişim, tabiatın temelinde olduğu halde, değişmedik ve dolayısıyla değiştiremedik. Peki, bizler değişmiyor veya yenilenmiyorsak, yılların veya zamanın değişim ve yenilenmesinden bize ne? Yoksa tabiatımız ve dolayısıyla vicdanımız da “GDO”lular kervanına mı katılmış, haberimiz olmadan! Bunu, hüzün ve çaresizliğimizi yaşayarak anlayan ve yegâne sığınağımız olan annelerimizin şahsında anneme soruyorum: Kanlı geçtikten sonra yılların değişmesinin önemi var mı anne! Nasılsa; hangi yıl olsa yine çocuklar öldürülecektir. Bana çocukların öldürülmeyeceği yılı anlat anne!

Zamanın kutsallığı da çirkefliği de içinde oluşan olaylardandır… Ben bunu böyle bilirim!

Bizler değişmedikten veya yenilenmedikten sonra, zalimler yaşlansa da zülüm yaşlanmayacak, ölmeyecek aksine hep dinç kalacaktır… Ve “Tarih tekerrürden ibaret” olmaya devam edecektir…

Dünü ve bugünü aynı olanlar vardır. Peki, bunlar yarınlarının da bugünleri gibi olmaması için bir şeyler yapıyorlar mı? Bugüne baktığımızda dünü görüyorsak, söz sihirbazlığına gerek yoktur sanırım. Fakat yarınlarımızda bugünleri görmemek için çabalıyorsak, bizim için bir mana taşır yılların hatta günlerin geçmesi, değişmesi. İşte o zaman yeni bir yıl veya yeni bir gün denilebilir aslında…

Geçmişten günümüze, tarihi hep aynı acılarla tekerrür edenler vardır…

Dostluk ve güven kavramını 1507 yılında bırakan, gülmeyi Helepçe’de unutan, vedalaşmayı Mahabat’ta öğrenen, Amûd’den sonra sanatın ve kültürün yansıması olan sinemalardan dahi ürkmeye başlayan, Medresa Sor gibi yıkık dökük olan, Geliyê Zilan ve Gırıkê Alakemşê’de yaşananları unutmayı başaran ve Roboski gibi yorgun olsa da Malabadê Köprüsü kadar mütevazı ve Amed’in surları kadar kadim olduğundan; halen Selaheddin misali vakur ve Hevler gibi dimdik ayakta kalmayı başaranlar, hep aynı makûs tarihi yaşamaktadırlar…

Neden, niçin…?

Mürteci hayallerim, müşahede ettiği olaylardan ötürü duygularımı eskilere irtica ettiriyor! Zira bugünlerde, yıllar önce yaşadığım duygularım tekerrür etmeye başladı…

O zamanlarda da: Yanımda ne Cibranlı Halit Bey, ne de Fuad Bey vardı… Ne Kemal Fevzi, ne Yusif Ziya, ne de Hanili Salih Beyleri mezaristandan çıkarma gücüm vardı ki onlarla hasbıhal edebileyim… Ne Heyderan, ne de Celali aşiretleri gibi aşiretlere sahiptim… Ne Şeyh Abdülkadirî Nehrî gibi bana vaaz edecek, ne de Melekanlı Şey Abdullah gibi beni teselli edecek birini bulabilmiştim… Kadi Muhammed misali birini de görememiştim ki halimi ona arz ve şikâyet edeyim…

İşte bu yüzden, kalemin yardımıyla o duygularımı kâğıda dökmekle yetinmiştim:

BENİMKİSİ

Var mı sıcacık çay kaçağından

Bir de simit gibisi...

Ülkende saklanmadan ve korkup kaçmadan

Doyduktan sonraki huzur hissi...

Sabahları çığlıklarla değil

Ezan sedaları ile uyanmak…

Serbestçe uçan kuş misali

Gökyüzünde kanat çırparak...

Olmazsa dalın haydi neyse

Olup da kondurulmamak benimkisi...

****

Helepçe’deki yası paylaşıp ağıtlarına katılmak.

Amûd'a gidip sinemadaki ateşe dalmak.

Ve ölünce Diyarbakır Surlarına gömülmek...

Bir de kendine dönüp, gözyaşlarına boğulmak.

Yalnız seninle yalnız senin için tüm bunları yaşamak.

Hayali dahi olağan dışı olanı, düşünmek benimkisi...

****

O dala konma hayali birçok yiğit gibi beni de mahrum kıldı candan.

Zaten kargalar konmuş dalıma bari koparmayın canandan.

Gülün açılışını görmek değil midir, bülbülü giriftar eden uykudan?

Yeter! Can gitti, mal bitti huzur kalmadı siz de kalkın uykudan.

Korkuyorum, korkmaktan değil korkum korkmamaktan.

Çünkü özgürlüklerde mahkûmiyet esaretlerde ise özgürlük benimkisi...

****

Aldatılmışlığın adası...

Ve olmuşum yalnızlığın, arkadan vurulmuşluğun adamı.

Yangınlarda hasret saraylarının kralı ve çilelerin adamı.

Öylesine unutulmuşum ki yazdığım taşlar dahi silmiş adımı.

Yoruldum hainlerden kahpeliklerden alçalıyorum

Çırpamıyorum kanatlarımı...

Ve hayatımın son sahnesindeki rüzgârlar

Kopardı umut yapraklarımı…

İşte çığlık çığlığa bırakılmışlığın

Ve yaşanmış bir “Burhan’ın” Hikâyesi benimkisi!

Evet, ta yıllar öncesinden (1997) yazmışım yazmasına ama maalesef günümüze de tercümanlık edebiliyor bu satırlar. Bu duyguların yarınlarımızda yaşanılacaklara da tercüman olmaması dileğiyle…
(M. Burhan HEDBİ)