content

yazarportal-com-bilgiagi-net-tasviriefkar-com

19 Ara

Irak’ta İşgal Bitti Ama

George W. Bush yönetimindeki ABD ve İngiltere 20 Mart 2003’te, Irak’ta kitlesel imha silahları var, el-kaide gibi örgütlere yardım ediyor diye Irak’a saldırdı ve 9 Nisan 2003 tarihi itibarı ile Bağdat’ın düşmesiyle bütün Irakişgal edilmiş oldu. Dokuz yıllık işgalin sonunda Irak’ta kimyasal yada kitle imha silahları bulunamadı. El-kaide benzeri örgütlerle Saddam yönetiminin ilişkisi de tespit edilemedi. İşgalin sonunda yüz binlerce Iraklı hayatını kaybetti, Irak neredeyse bütünüyle yakılıp yıkıldı. ABD’nin öngördüğü şekilde Irak; Kürt-Sünni Arap ve Şii Arap diye üçe bölünmüş oldu. Buna karşılık ABD’nin 4.500 askeri de öldü.

 

İşgal öncesinde Irak, İsrail için ciddi tehdit potansiyeli taşıyan bir Arap ülkesi idi. Bu gün üçe bölünmüş bir Irak’ın hiçbir şekilde İsrail için tehdit özelliği taşımadığı herkesçe bilinmektedir. ABD ve İsrail için bu durum bir kazanç sayılabilir. Bu kazancın devamı için Irak’ın üçe bölünmesi öngörülmüştür. Türkler, Araplar ve Farslar için Kürtlerin bir pazarlık unsuru olarak kullanılmasının bir sonucu olarak Kürdistan’ın başlangıcı/nüvesi sayılabilecek bir Kürdistan Bölgesel Yönetimi de bu işgalin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ancak Irak’ta Kürdistan ülkenin yaklaşık % 20’sine tekabül etmektedir. % 20’lik Kürdistan varlığını elbette ABD/İngiltere’ye borçlu olduğundan bu borcun ödenmesi için hemen her şeyin yapılacağı da kabul edilmelidir.

 

Buna karşılık Irak’ın % 80’ine yakın kısmı ise Bağdat’ta Şii ağırlıklı/denetimli hükümete teslim edilmiştir. Irak’taki Şiilerin bazı farklarına rağmen komşu ülkelere göre kendilerini fazlası ile İran’a yakın hissettikleri de açıktır. Irak’ta hükümeti oluşturan hizipler içinde (El-hekim ve Sadr grupları gibi) İran’dan hiçbir şekilde  ayrı düşünülemeyecek olanları da vardır. Bağdat’taki hükümetlerin İran’ın doğal beklide değişmez müttefiki oldukları rahatlıkla söylenebilir.

 

Saddam yönetimindeki Irak’ın İran’a düşmanlığı ise sekiz yıllık (1980-1988) savaşla görülmüştür. ABD’nin Irak’ı işgali ile birlikte İran’a düşman Saddam yönetimi devrildiği gibi İran’ın değişmez müttefiki sayılacak bir Irak yönetimi ortaya çıkmıştır. ABD’nin böyle bir sonucu öngöremediği bir yanlışlık sonucu böyle bir sonucun oluşmasını sağladığı söylenebilir mi? ABD’yi her şeye muktedir, yaptığı bütün planların değişmez bir saat düzeni içinde çalıştığını düşünmek nasıl bir abartı ise, ABD’nin yaptığı işgallerin sonucunu görmeden anlamadan hareket ettiği bundan dolayı da Irak’ı fiilen İran’ın etki alanına bıraktığını söylemekte aynı ölçüde abartıdır, inandırıcılıktan uzaktır.

 

Arap Birliği toplantılarında Suriye için yapılan oylamalarda Irak Hükümeti artık Suriye’nin tarafında oy kullanmaktadır. Oysa sekiz yıllık İran-Irak savaşında bile Arap Suriye, Arap Irak’ı değil İran’ı desteklemiştir. Hafız Esat liderliğindeki Baas Partisi, Saddam liderliğindeki Irak Baas Partisi ile bu kadar derin bir düşmanlık içindeydi. Suriye’deki Baas Partisinin, Arap Milliyetçiliği ve Sosyalizmden oluşan ideolojik yapısının, İran’da iktidarı ellerinde tutanların ideolojik yapısı ile yakın olmadığı da bilinmektedir. Buna rağmen ideolojiyi aşan bir yakınlık Suriye ve İran arasında 1979’dan beri sürüp gitmektedir. Şimdi buna Irak hükümeti de katılmıştır. Böylece Tahran-Bağdat-Şam hattı Türkiye’yi doğudan ve güneyden kuşatmıştır.

 

Saddam gibi acımasız bir diktatörün yönetiminde zulmün her çeşidini görmüş olan Iraklı Şii hiziplerin, kendilerine reva görülen zulümlerin bir benzerini şimdi Suriye’de görmekte olan Suriye halkına daha yakın olması aklın gereği iken Nuri El-Maliki yönetimindeki Bağdat hükümeti, Suriye halkından yana değil, Suriye’nin eli kanlı katiller sürüsü Baas Partisini desteklemektedir. Iraklı  Şii hiziplere kendilerinin geçmişte çektikleri o büyük zulümleri unutturan benzeri zulümleri fazlası ile yapan Suriye Diktatörünün yanına iten nedir?

 

ABD Irak’taki son askerlerini de 17 Aralık 2001’de çekmiş oldu. İşgal öncesinde Türkiye’de yapılan tartışmalar için de bu sonuç öğreticidir. 1 mart tezkeresi nedeniyle taraflardan birisi, Türkiye’nin menfaatleri için bu tezkere TBMM’den geçmeli, ABD ile birlikte Türkiye Irak’ta olmalı görüşünü savunurken diğer taraf ise bu bahane ile ABD’nin Türkiye’yi de işgal etmeyi planladığını, ABD’nin işgal ettiği ülkeleri bir daha bırakmadığı, hem Türkiye’nin işgale uğramaması hem de Türkiye’nin Irak’taki Müslüman kardeşlerine karşı işgalci olmaması için, tezkerenin reddedilmesini Türkiye’nin hiçbir şekilde Irak’a karışmaması görüşünü savunmuştur.

 

Ancak Irak’ı işgal eden ABD, Kürtlerden oluşan Ensarül İslam adlı hizbin silahlı kolunu yok ederken PKK’ya karşı benzeri bir hareketi asla yapmamıştır. Onun Irak’ta yerleşmesi, hazırlanması için her türlü kolaylığı da sağlamıştır. Çünkü PKK’nın varlığı Türkiye’ye karşı yapılacak bütün pazarlıklar için iyi bir koz olarak elde saklı tutulmuştur.

 

Ne zaman ABD’nin Türkiye’den yeni bir isteği olsa, PKK’ya karşı Türkiye’ye yardıma işbirliğine hazır olduğu haberleri de duyulmaktadır. ABD, Türkiye ile PKK’ya karşı her türlü işbirliğini dokuz yıldır Irak’ta yapmaktadır ama bu süre içinde PKK’da Irak’ta varlığını sürdürdüğü gibi Türkiye’ye karşı saldırılarını da oradan sevk ve idareye devam etmiştir. Bunun adı elbette işbirliği değil daha başka uygun bir kavram ile açıklanmaya muhtaçtır. Şimdi ABD Irak’ı terk etmiştir ama PKK orada varlığını sürdürmektedir.

 

1 Mart tezkere oylaması sonunda sayın B. Arınç, “demokrasi kazanmıştır” diye sevincini açıklamıştır. Gelinen sonuca bakıldığında, demokrasinin kazandığı şüphelidir ama Türkiye’nin bir şey kazanamadığı kesindir. Türkiye’nin kazancı, Irak’ın işgaliyle birlikte oradan ekonomik çıkarlar sağlaması şeklinde değildir. Bir dönem Dış İşleri Bakanı Sn Abdullah Gül tarafından açıklanmış olan “Türkiye’nin kırmızı çizgileri” Türkiye’nin kazançlarını belki açıklayabilir. Şimdi o kırmızı çizgileri bilen olmadığı gibi hatırlayan da kalmamıştır. Türkiye’nin kırmızı çizgileri bir yana, Türkiye istediği halde 20 yıldır Irak’a ikinci bir gümrük kapısı bile açamamıştır. Çünkü Bağdat ve Erbil’de ki otoriteler buna razı olmamıştır. Demokrasinin bir şeyler kazanması için Türkiye’nin bu kadar kayba mı uğraması gerekmiştir?

Suriye’deki azınlık Baas diktasının devrilmesi en başta Suriye halkının özgürleşmesini sağlayacaktır. Hatırlanmalıdır ki 1979’den beri Suriye halkı Baas diktasına karşı fiili bir mücadelenin içindedir. Bazılarının ısrarla söylediği gibi dışarıdan bir kurgu sonunda Suriye Muhalefeti ortaya çıkmış değildir. Suriye’nin özgürleşmesi, Irak’taki dengeleri de yeniden düzenleyecektir. Bir defa Tahran-Bağdat-Şam hattı olmayacağı gibi, Bağdat’taki iktidar unsurlarını da yerini esaslı bir şekilde değiştirecektir.

 

Saddam canisine karşı, ABD’nin tutumunu, “Allah bir zalime karşı başka bir zalimin eliyle de mazluma yardım edebilir” formülüyle açıklayanlar bunu niçin Suriye için düşünmezler? Saddam canisini devrerek altın bir tepsi içinde Irak iktidarını ABD’den devr alan çevreler bunu kendileri için bir hak olarak görürken, başkaları için bunu bir suçlama ve mahkum etme nedeniyle aslında kendi konumlarını da açıklamaktadırlar.

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank