- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

İnsanı Gece Düşü, Gündüz Hayalı Yaşatır

İnsanı, insan yapan insanın kendisidir. İnsanı kendi yapıp yaşatan ise gece düşü, gündüz hayalidir. Düşleyip, hayal gören gönül ile aklıdır. Aklı haklı gören, Hak’tan yana olan gönül etrafında dönüp dolaşan aklıdır. İnsanda akıl haklı olup, Hak’tan yana olan gönül etrafında dönüp dolanmadıkça dünya yaşamında huzur bulup mutlu yaşayamaz. İnsan yaşamı boyunca aklı ile gönlü, gönlü ile dönüp dolaşacağı dünya arasında akıl bazında Hak’a yakın bir bağ kurup yaşamaya çalışmazsa, yaşadığı dünyada kendini bulamaz. Kendini bulamadığı dünyada kendini yabancısı hissederek mutsuz yaşar. Mutluluğun yeri kalp, kaynağı akıldır.
Onun için insan akıl ile kalbini birlikte büyütüp geliştirmeli. Büyüyüp gelişen kalp ve akıl yoluyla okuyup öğrenip eğitilerek duygu ve hislerini geliştirip olgunlaştırarak farkındalığını artırıp duyarlı olmalı. Farkındalığı artmış duyarlı benlikle yaşadığı dünyaya sürekli seyri sefer yaparak ilmini irfanını artırarak akla yol gösterip yön verecek olan gönlü zenginleştirmeli.  Zenginleşen gönüllü dünyaya açıp benlik içinde Hak’a dayalı vicdan denilen öz oluşturmalı. Oluşan bu özle hayatın merkezine oturup özgüvenini oluşturmalı. Oluşan özgüvenle aklı ve yüreği doğru kullanmayı öğretmeli. Tekrarı olmayan hayatı mümkün olduğunca az hatayla doğru yaşamaya çalışmalı.  Yaşamaya çalışırken benlikte oluşan bu öz; bizi, biz yaparak yaşadığımız dünyada bize kişilik ve kimlik kazandırıp değer katacak. Kattığı değerle de bize huzur verip, mutlu yaşamamızı sağlayacak.
Aklımız bizi dünya yaşamında keçileri sayıp koyunları sağıp sütünü içip satmadan hayatın dengesini bozup ölçüsünü kaçırmadan yaşamamızı sağlayıp hayatı dengede tutmalı. Hayatı dengede tutmak için bizi ne teslimiyetçi bir ruha büründürüp tutsak edip melekleştirmeli. Ne de aşırı özgür edip asileştirerek şeytan etmeli. Bizi, biz edip, mütedeyyin vicdan sahibi insan etmeli.  Bizi hayata bağlayıp insan edip, insanca yaşatmalı.
Bunun için insana gücünün altında ve üstünde görev verilip sorumluluk yüklenmemeli. Ne bir şeyin bağımlısı olup tutsak olmalı. Ne bir şeyden kaçıp, bağımsız olup sorumsuz yaşamalı. Hayatı kaçan değil paylaşan kazanır. İnsan dünyayı, dünya da insanı sevmesi gerekir. Sevgisiz dünya insana, insan da dünyaya yüktür. İnsan sevilmeyip dünyaya yük olunca, dünya da bir an önce yükünden kurtulmak için insanı üstünden atmaya çalışır. Hayatı zorlaştırır.  Onun için insan akıl ve sevgisiyle dünyaya, gönül ve vicdanıyla da Hak’a bağlı olup, bağlı yaşamalı ki huzur bulup mutlu yaşasın.
Mutlu yaşamın sırrı, arada çekim alanının oluşmasıdır. Oluşan bu çekim alanının merkezini Hak’a dayalı vicdan, insan benliğini de vicdan dairesinde akıl, sevgi, aşk ve muhabbete dayalı özgür tutulan akli iradeyle elde edilip oluşturulan bilgi ışığında dünya içinde dönüp dolaşarak hayatını yaşamaya çalışan insandan daha çok huzur bulup, mutlu olan kimse bulunmaz diye düşünüyorum. Bu da tıpkı atomu oluşturan elektronların çekirdek etrafında belirli bir hızda çekim alanı oluşturup dönmelerinde olduğu gibi, insanda bu şekilde programlanmış bir hayatı zevkle yaşayıp, zevkle bitirmiş olur.
Burada insanın özüyle benliği, benliği ile dünya arasındaki çekişmeye bir de Hak yoluyla vicdan dahil oldu mu? İşte o zaman hayatın hareketliliği artar. Seçim zorlaşır.  İyi – kötü, güzel – çirkin, vs ayrımlar oluşmaya başlar. Hayatı tek düzelikten çıkar. İlişkiler farklılıklar kazanır. Birbirinden çok seçenekli yollar oluşup devreye girer. Hayat renklenip zorlaşır. Haklı haksız, doğru yanlış arasında akıl ile nefis mücadelesi başlar. Bütün bunlar yaşam mücadelesi içinde hayatın çekim alanını oluşturur.
Oluşan bu çekim alanındaki tüm zorluklardan akledip düşünerek kurtulup yaşaması için insanoğlu anadan doğumla dünya üzerin düşürülür. Allah dünyayı insan, insanı kendi için yaratıp var ettiğinden olacak ki, insanı akledip düşünerek kendi özgür iradesiyle dünyayı mamur edip, insan olup, insanca yaşamasını sağlamak için dünya denilen çekim alanına düşürmüştür.
Bu alana düşen insanın bundan sonraki yaşamı kendi aklını kullanmasına ve edindiği bilgi birikimini doğru kullanmasına bağlıdır. İnsanoğlu için bu güne kadar yeryüzünde derlenip toplanmış;  gelenek, görenek, örf adet kurallarını anlatıp öğreten bilgilerden çok daha yararlı ve zengin olan en büyük bilgi kaynağı din olmuştur.
Onun için insan ruhunun ve aklının en büyük koruyucusu ve sigortası da din kaynaklı bilgiler olmuştur. Dünyada hiçbir şey boşuna yaratılmadığı gibi, hiçbir şey birbirinden başıboş da bırakılmamıştır. Her dünya yaşamında dengeli bir hayatın oluşup korunması için her şey ölçülü yaratılıp var edilmiştir. Onun için hiçbir şey lüzumsuz ve boş yere yaratılmamıştır.
Buna rağmen dünyadaki  şeyler, ne çok gereklidir. Ne çok lüzumsuzdur. Ne varlıklar, varlığıyla kimseyi rahatsız ederler. Ne de yokluklarıyla. Varken varlıkları bilinmez, yokken yoklukları bilinmez. Ne zaman ki, doğal hayat içinde ölçü kaçar, yaşamın dengesi bozulur. İşte o zaman insanlık arayışa geçer. Varlığın varlığı, yokluğu, azlığı, çokluğu ortaya çıkar. İnsan da öyledir.
Varlığında değer verilip, kıymeti bilinmez. Yokluğunda kıymeti bilinir, değeri artar. Biz nasıl ederiz de bu güne kadar kıymet verip değerini artıramadığımız insanoğlunu bundan sonra nasıl ve ne ederiz de kıymeti bilip değerini artırır, mutlu ederiz.
Şimdi gelin hep birlikte onu araştırıp, onu yazalım. Her şeyden önce insan melekle şeytan arası yaratılmış, orta sınıf mütedeyyin bir varlıktır. O nedenle de her şeyin aşırısından kaçıp orta yollu bir hayat yaşaması en doğru olanıdır. Onun için insan bir şeye ne çok bağımlı olup tutsak olmalı. Ne de çok özgür olup sorumsuzca kendi başına buyruk, bağımsız olmalı. Çünkü buların her ikisi de insan yarılışına uymayan uç özelliklerdir. Biri meleğe, diğeri şeytana ait özelliklerdir. Bu özelliklere sahip olma arzusu insanları sürekli arayış içinde zora sokar. Huzursuz ve mutsuz eder.
Onun için insanı aşırı özgürlük bağımsız eder. Bağımsızlık insanı tutkusuz eder. Tutkusuzluk insanı sorumsuz eder. Sorumsuzluk insanı, gayesiz, amaçsız eder. Amaçsız insan kendini boşlukta asılı hisseder. Her an ya bir yere savrulup yok olma tehlikesiyle karşı karşıya yaşar. Ya da kuru bir yaprak misali, çıkacak herhangi bir küçük rüzgârla isteği dışında bir yere savrulup yok olmayı bekler. Sizce yaşadığı toplumda hiçbir kadri kıymeti olmayan birisinin, ya da bu kadri kıymeti yaşadığı toplumda yaratıp yaşamayı beceremeyen birisini içine düştüğü psikolojik durumu bir düşünün.
Birde bu yetmezmiş gibi, kişinin hayattan hiçbir zevk almayıp, hiçbir hoşnutluk duymayan, umudunu kaybedip hiçbir beklentisi, sahibi, kimsesi olmayan biri olduğunu düşünün. Böyle birisin hayatta kalıp yaşayabilmesinin zorluğu akla ziyan kâbus gibi bir şey öyle değil mi? Bütün bu olumsuzluğa karşılık kişi, bir varlığa, bir inanca, bir nesneye,  bir vatana, bir millete ya da bir anaya, bir babaya, kardeşe, arkadaşa, sevgiliye, eşe, dosta veya herhangi bir şeye inanıp ona sahip çıkıp varlığını onun varlığına adayıp yaşasa, kendini daha çok yaşadığı hayata bağlayıp mutlu etmez mi? Birde olumluluk üzerine yaşadığı hayattaki her şeye bir anlam kazandırıp mana verse, kavramları yerli yerine oturtup onların her seferinde değerlerini artırıp kıymetlendirse daha çok keyif alıp mutlu olmaz mı? Bütün bunları Hak’a uygun, hak, hukuk çerçevesinde insana yakışır bir biçimde görev ve sorumluk bilinç ve anlayışıyla yapıp yerine getirse, daha çok mutlu olmaz mı? Bir de bütün bunları yapıp yerine getirmek için görev ve sorumluluk yüklenen insanın bir şeyler kazanıp elde edebilmesi için mecburi bir şeylere yönlendirilmesi de onu hayata bağlayıp yörüngedeki dönen elektronlar gibi koşuşturmakta zamanın akışını hızlandırıp, ömrün nasıl çabuk geçtiğini insana unutturmaz mı? Bütün bunlar için insanı insana, insanı dünyaya bağlayıp Allah için yaşatıp ona hayatın ölümle de son bulmayıp devam edeceği inancı ile moral verip bu şekilde yaşamın akıcılığını sağlayıp süreyi uzatmak istemekte yaşamın umudunu artırıp, hazzını çoğaltmakta insanı daha çok motife edip mutlu etmez mi? Nesilden nesile kıyamete kadar sürecek olan zincirleme bir hayatın moral akışını; hayatın sirkülasyonu içinde cereyan edip oluşacak olan çığlıklar, sevinçler,  ağıtlar, hüzünler, mutluluklar, iyilikler, güzellikler, kötülükler, çirkinlikler birbiriyle yarışırken hayatı akıcı kılıp durağanlıktan, monotonluktan çıkarıp insanları can sıkıntısından, yalnızlıktan kurtarır. Onları bir araya getirip güçlü kılar. Çoğalıp artmalarını sağlar. Tıpkı damla damla yağa yağmurların sel olup akıp, dolup deryaları oluşturması gibi.
Dünyada umut içinde güzel yaşayanların ışıklı ruhlarının sonunda gidip bizler için gökyüzünde parıl parıl yanan yıldızlardan çiçekler oluşturması gibi bir gaye uğruna yaşayıp var olan insanı, karı, kışı, fırtınası, yazı, baharı olmayan bir dünyada kim düş gördürüp hayal ettirerek koşturabilir. Kim ona böyle bir umut dışında hayat enerjisi verip, hayatın her türlü zorluğuna o cılız bedeni varlığıyla acımasız koca dünyaya karşı gelip meydan okuyarak hayata tutunup yaşamasını sağlayabilir. İnsanın düşü, hayali olmasa, kim onca zorluğuna rağmen hayatı sevinç içinde yaşatıp, mutlulukla onu ölüme koşturabilir.
02.08.2013 Cahit KARAÇ