- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Hükümete Tavsiye: Komünizm İlan Edelim

AK Parti iktidarından bu yana kaç eğitim bakanı gelmiş ise o kadar da sistem geldi. Yeni bakanlar kucaklarında buldukları sistemi, seleflerinin projesi başarılı olmadığı için mi değiştirdi, yoksa kendi arzularının tatmini için mi?

Başbakan Binali Yıldırım, kapitalizmin

sömürü günlerinden biri olan Öğretmenler Günü nedeniyle, okul öncesi eğitimin zorunlu olacağını açıklamış.

Başbakan, eğitime ayrılan bütçe 2002'de 10 milyar lira iken, 12 kat artırarak 14 yılda 122 milyar 500 bine çıkardıklarını, üniversitesiz hiçbir şehrin kalmadığını, okul öncesi eğitimi de zorunlu hale getireceklerini, 2019 sonuna kadar sabahçı, öğlenci uygulamasını tamamen ortadan kaldıracaklarını söylüyor.

Yani diyor ki, yazboza devam edeceğiz. Hüseyin'in, Nimet'in, Ömer'in, Nabi'nin sistemi olmadı. Şimdi de İsmet sistemine geçeceğiz.  Hayırlı olsun demek isterdim, ama hayırlı olmayacağı belli bir sisteme hayırlı olsun denmez.

Kızacaklar ama kızsalar da umurumuzda değil. Söz konusu olan, insan, ülkenin ve neslin geleceği.

İkinci Mahmut geldi, modernleşme adına eğitim sisteminin altını üstüne getirdi. İşte o gün bugün bu ülkede eğitim sistemi yok. Var olduğu iddia edilen sistem değil, deneme, yanılma.

Başka bir yazıda da, Sion terör örgütünün taa Sarı Selim döneminde kurmaya başladığı yabancı okullara temas edebiliriz.

Osmanlı'nın eğitim sistemine temas etmek yazının konusu ile irtibatlı olsa da, meseleyi çıkmaza sürükleyecek. Biz, işe 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile başlayan süreçten alıp kısa bir özet yapalım. 1928'de bin yıllık alfabe terk edilip gavur alfabesine geçilince, bütün bir millet cahil bırakıldı.

O günün hâkimlerinin yegâne amacı, İslam'dan uzak bir nesil yetiştirmekti. 28 Şubat'a kadar sistem, üç aşağı beş yukarı aynen devam etti. Ancak cenazeleri kaldıracak insan kalmadığından, cenaze memuru yetiştirmek için İmam Hatip Okulları açıldı. Millet bu okullara sahip çıkınca, rejimin kurgulayıcısı ve kollayıcıları gözlerini sürekli bu mekteplere dikti.

Malum İHL'leri yok etmek için, 28 Şubat sürecinde 5 yıllık zorunlu eğitim, 8 yıla çıktı. Rezzak olanın Allah olduğu konusunda inancı zayıf olanlar çocuklarını bu okullardan alıp, düz liselere ve FETÖ'nün terör yuvalarına nakletti. İHL'leri terk edip başka yapılara kayanlar, şimdi bürokrasinin hâkimi durumundalar.

MEB'in başına “büyük akıl” Ömer Dinçer geldi. 2012'de 4+4+4 adıyla liseleri de zorunlu kılındı. Kimse ‘bu çocuğun okumaya istidadı var mı' diye bakmadı. Diploması olsun da, isterse zırcahil olsun. Ne aileler, ne de devletin daha fazlasını umursaması. Aksini iddia eden varsa buyursun ispat etsin!

28 Şubat'ta çocuklar ortaokulu bitirince, ara verip Kur'an Kursu'na gidiyordu. Şimdi bu imkân da kalkınca; kayıt dondurma, ikisini aynı anda okuma gibi, bir at olsa tahammül edemeyeceği yarışa soktular. Görüyorum, çocuklar çocukluğunu yaşayamıyor. Hoş, yaşamak istese de modern hapishane olarak inşa edilen sözde evlerde bu iş nasıl olacak, o zulüm de ayrı mesele.

BU İŞİN BİR SAHİBİ YOK

Belli ki, bu işin bir sahibi yok ve yeni bir bakan geldi mi, bürokratlar, danışmanlar, herkimse bunlar bakanı kuşatıp kulağına bir şeyler üflüyor ve o da gaza gelip, ‘buldum' diye Çankaya'nın, Beştepe'nin yolunu tutuyor.

Haydi sil baştan yeni bir sistem.

Ben meseleyi uzatmamak için hükümete bir tavsiyede bulunmak istiyorum. Önce “süt okulları” açın. Doğan her çocuğu hemen aileden alıp, “süt okulu”na kaydedin. Buradaki dadılar mamayla beslerken, eğitime başlasınlar.

Bu üç yıl sürsün. Sonra üç yıl süren “anasızlık okul”larına aktarın. Ardından 4+4+4'e de bir 4 daha ekleyip; ilk, orta, lise ve üniversite okutun. Nasılsa üniversiteyi bitirenler, Türkçeyi bile doğru dürüst öğrenemeden İngilizce konuşacakları için, zorunlu olarak İngiltere, Amerika, Yeni Zelenda ve Avustralya'ya gönderin, buralarda yüksek lisans ve doktora yapsınlar.

Sonra katalogdan evlendirin. Ardından kimini devlete alın, kimini temizlik görevlisi yapın, kimini taksici, kimini AVM'lerde eleman, kimi de okullarınızda öğretmenlik yapsın. Bu sayede meseleyi kökten çözmüş olursunuz.

Bu gidişle varacağınız yer burası. Bu nedenle, zaman da kaybetmemiş olursunuz.

BU GİDİŞ NEREYE BİLGİSİ OLAN VAR MI?

Allah rızası için soruyorum; ne olacak bu “Milli Eğitim” ve “Milli Piyango” işi?

İtirazı, fikri olan var mı?

Bütün bu musibetlerin sebebi, zenginleşmemiz. Zenginleştikçe yoldan çıktığımızın farkında mısınız? Lafa gelince “ahilik” konusunda mangalda kül bırakmayız. Batıyı eleştirme konusunda kimse elimize su dökemez. Ama hakikatin izini sürmek, tevhidi korumak söz konusu olduğunda ortalarda kimse yok. Taklit konusunda da kimse elimize su dökemiyor.

Gavur Montessori, Dalton, Jenaplan, Serbest, Freinet eğitim sistemi gibi adlarla şer kültürünü, ifsad yöntemini yaymak için ne gerekiyorsa asırlar öncesinden yapmış. Bizimkiler ise bunları alıp, bizim çocuklara dayatıyor.

Montessori sistemi, Vatikan rahibelerinden Maria Montessori'nin 1 asır önce ortaya attığı bir yöntem. Özgür birey edebiyatıyla,2-6 yaş aralığındaki çocukların zihinlerini kapitalizm diniyle ifsad için geliştirilir.

Sistemin arkasında Katolik dünyası var. Diğerleri de ondan farklı değil. Hepsi ayrı bir musibet.

Pek çok eleştirmen, Maria Montessori'nin, çocuklar daha dinler arasındaki farkı çözmeden Katolikleştirmeye çalıştığını, sistemin bencil bir insan tipi üretmeye dönük olduğunu söylemiştir.

ÇOCUKLARIN SAHİBİ: ÜÇ DADI SİSTEMİ

Ülkemiz feminizm musibetine maruz bırakıldıktan ve başörtüsü ile okutulmadıkları için üzüldüğümüz kızlarımızın bir bölümünü de bu akıma kaptırmamızın ardından, kadın evini bütünüyle terk etti.

Zaten batıda bile pek görülmeyen yüksek katlı, güvenlikli rezi(l)danslar çıktıktan sonra, artık komşu ve akrabalık ilişkileri de tümden yok oldu. Kadın güneş doğmadan işe, iş dönüşü kuaför ve dışarıda yemeğe gidince, çocuk doğurmaya vakti kalmadı. Evlenebilmiş ve bir de çocuk doğurabilmiş ise bu kez devreye “üç dadı sistemi” girer. Yani televizyon, cep telefonu / tablet ve yabancı bakıcı / dadı...

Bey ve hanım çalışmış oluyor. Özgürlüklerine ve özel hesaplarına kavuşmuş oluyorlar. Benlikleri, kariyerleri yerli yerinde. Çocuklar küresel şeytanların elinde maskara olmuş kimin umurunda. Allah, kişiye arzuladığını ve yolunca çaba harcadıklarını verir. Bizim gayretimiz bu yolda olunca, elbette netice de böyle olacak.

ÇÖZÜM NE OLMALI?

Üniversiteler, CNS torna tezgâhları gibi. Makinanın sistemini hangi kalıba koyarsanız, elde edeceğiniz ürün o olacak. “Kalite kontrol” sisteminin görevi ise üretim hatalarını yok etmek.

1839'dan bu yana ülkemizde sistem tıkır tıkır işliyor. Meyve veren ağacı, torna tezgâhına soktunuz mu, ortaya çıkan parçaları zımparalayıp bir de verniklediniz mi şahane bir taban tahtası olur. Sonra tepe tepe kullanabilirsiniz.

Üniversite denilen torna tezgâhından çıkan birinin önünde; ticaret, siyaset, bürokrasi olmak üzere üç seçenek var. Hangi yola yönlendirirseniz yönlendirin varacağınız netice ortada. Aynı zihin, aynı sonuç.

Peki, bu sistemi kim değiştirecek? Bu sistemi değiştirmek, üretim hatalarına kalmış durumda. Ama üretim hatalarını, sistemin yakınından bile geçirmiyorlar. Aslında bu sevinilmesi gereken bir durum. Keşke İbnî Bâcce gibi bir izah gücüne sahip olsaydım da, size “yalnızlık teorisi”nin faydalarını anlatabilseydim.

Fakat şimdiden diyebilirim ki, yalnızlık iyidir ve sürüye dâhil olmamaktır. Allah-ü âlem, önümüzdeki yegâne çözüm yalnızlıkta, sürüden kopmakta.

Siz siz olun, üç beş dünyalık, geçici dünya kariyeri ve kapitalistlere yem edeceğiniz kazancınız için, Allah'ın nimet ve emaneti olan çocuklarınızı bu şer sistemine yem etmeyin!

Yoksa dünyanızda harap olur, ahiretiniz de! Varsın çocuğunuzun diploması, parası, yatı-katı olmasın ama tevhide sıkı sıkıya bağlı Müslümanlardan olsun.

Kendinize, konu-komşu edinin. Komşuyu anladık da “konu” ne diyorsanız, lütfen biraz araştırın.

MEHMET ŞİMŞEK'İ BU SİSTEM ÜRETTİ Ekran Resmi 2016-11-29 14.38.38

Ekran Resmi 2016-11-29 14.40.40Mehmet Şimşek, Başbakan yardımcısı. Kendisi ile ne dostluğumuz, ne de hasımlığımız var. Bana hayli yabancı geliyor. Belki yanılıyorumdur. Belki bu hissiyata iten şey, ilgi alanına giren “para” denilen illet ve “küresel ekonomi” denilen “modern tefecilik”tir.

Kendisi, Anadolu'nun gariban bir ailesinin çocuğu. Eğitim sisteminin içine düşünce, kendini Kraliçegillerin Exeter'inde bulmuş. Siyasete kendisini kim armağan etti bilmiyorum.

Lakin zat-ı alileri 4 yıl ABD büyükelçiliğinde Türkiye ekonomisi çalışmış. Deutsche - Bender Menkul Değerler, Merril Lynch'te görev almış. Maliye Bakanlığı'ndan sonra Ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcılığı görevini yürütüyor.

AP ve AB altımızı oyarken “AB çökmüyor! Tam aksine büyük bir başarı hikâyesi. Yaklaşık 510 milyon insan huzur ve refah içinde yaşıyor... Milyonlarca insanın öldüğü, şehirlerin yakılıp yıkıldığı 1. & 2. Dünya savaşlarından sonra Avrupa'da barış ve refahın sağlanması başarıdır…” şeklinde twit attı. Ya da, Avrupa sözcülüğü yaptı.

Kendisine tepkiler yükselince, bir saat kadar sonra “Evet, AB'de yükselen ırkçılık ve İslamafobi kıtanın geleceği için bir tehdittir. Ancak Türkiye'ye kapısını açarak bunu bertaraf edebilir... AB mesajlarımı bağlamından çıkarma çabaları var. Kastım, 28 ülke ve birçok mezhep/etnik grubun refah içinde birlikteliğine dikkat çekmekti...” diye tevilde bulundular.

Şimşek bunları yaparken, kendilerine bağlı Merkez Bankası, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uyarıları ve halkın hissiyatına rağmen, bağlı oldukları Basel'deki BIS'in emirlerine uyarak faizleri artırdı. Artırdı da ne oldu? Dolar kuru düştü mü? Düşmedi aksine yükselmeye devam etti.

ZORUNLULUK TERÖRDÜR

Demek ki teşhis de tedavi de yanlış.

‘Ana konu ile Mehmet Şimşek'in ne alakası var' diyorsanız, size hiçbir şey demiyorum. Derdimiz Mehmet Şimşek Bey değil. Mehmet Bey değil de, Selefi Ali Bey olsa ne değişirdi? Hiçbir şey!

O halde anlamayan varsa bir de açıktan söyleyelim. Derdimiz şahıslar değil, sistem. Ama bilelim ki, fabrika/sistem bizim sistemimiz değil, dolayısıyla ürün de. Kimsenin sistemi değiştirmek gibi bir derdi olduğuna da inanmıyorum. Zira çok memnunlar.

Çözüm, Işık Üniversite'nden doktora yapmakta da değil.

Yazarımız ve dostumuz Semih Akşeker, “Her zorunluluk, zorbalık, zor kullanmak bir şiddettir, terördür” diye yazmıştı. Bir okuru buna itiraz etmiş ve “Namaz da zorunlu. Namaz terör mü” diye sormuş.

Namaz da dâhil hiçbir ibadet zorunlu değil ihtiyârî. Dileyen yapar, dileyen de yapmaz. Futbol oynamak isteyen oyuncu, ben kendi kuralıma göre oynarım derse hakem gereğini yapar. Kişi 'Müslüman oldum' diyorsa, o namaz kılmakla mükelleftir/memurdur. Kılmazsa, Allah hesabını sorar. O kadar.

Biz de Semih dostumuza katılıyoruz. Mektepte, sokakta, tarlada, hastanede yani sadece sokakta değil, eğitimde de, ziraatta da, tıpta da, iktisatta da terör istemiyoruz. Zira diğer terörü doğun, bu alanlardaki terör.

Ben müstakil bahçeli bir evde yaşamak istiyorum. Devlet bunu yapabileceğim bir araziyi bana sağlamaya mecbur.

Bana faizi, kredi kartını, Montessori, Dalton, Jenaplan, Freinet falan filan dayatamaz. Devletse, devletliğini bilecek ve dertlerimize çözüm üretecek. Yoksa İndi İlahi' de yediden yetmişe rol olan herkesten herkes hakkını ister.

Vesselam!