Nasreddin Hoca yabancı bir köye misafir gider.
Meydan muhabbetinde yaşadıklarını anlatır.
Bilgeliği, zekâsıyla herkesi etkiler.
Ayrılmak üzere eşeğine gider, ters biner.
Ahali şaşırır:
“ Hocam nedir bu? Niçin hayvana ters binersin”
Gülümser, ders verir:
“ Eğer düz binip önünüze geçseydim, siz arkada kalacaktınız. Siz öne geçseydiniz ben arkada olacaktım. Ters binince arkamı dönmeden, eşit olduğumuzu gösterdim”
*
Düşünmesini bilene, yaşam kuralı.
Sevgiyi, saygıyı, terbiyeyi, adabı, ahlakı, insanlığı hepsini içeriyor.
Şekil olarak bakarsan komik.
Her türlü espri, karikatüre uyar.
Önemli olan…
Nereden, nasıl baktığın, olayı nasıl yorumladığın.
CHP’nin bazı İzmir vekilleri gibi.
*
Peşin görüşüm; İzmir’i hiç yakışmadı.
CHP İl Başkanı ve üç milletvekili hafta sonu basın toplantısı düzenledi.
Amaç; İzmir yatırımlarında politik davranılması, belediyenin hükümetçe önünün kesilmesi ve Ulaştırma Bakanlığının çalışmalarıydı.
Hedef ise Bakan Binali Yıldırım’dı.
*
Bakan hakkında hiç konuşmayan Büyükşehir Belediye Başkanının en yakın arkadaşı Milletvekili Alaattin Yüksel, sözü aldı.
Ülke ve bölge politikasına ilişkin hiçbir şey üretilmediği için yine aynı kısır döngüyle “ söylenen veya yapılana” cevap vermenin gazetelerde yer alacağına inandığı için Yıldırım’a eleştiriler yağdırdı.
Siyaseten muhalefetini yaptı.
Seçilmiş olarak hakkını kullandı.
İnandığı doğruları, gördüğü hataları anlattı.
Denge nerede bozuldu?
Son cümlede…
*
“ Bakan Yıldırım’ı, Nasreddin Hoca’nın eşeğine bindirir, hem de ters bindirir, Erzincan’a göndeririz”
? ? ? ? ?
*
Ne alaka?
Bırakın bakanlık makamına böyle bir söz söylenmeyeceğini…
Bilmeyin Nasreddin Hoca ile eşeği arasındaki alaycı, cahillere yol gösteren ilişkiyi…
“Sıradan bir karakaçana Bakan’ı ters bindirmek” bu kadar kolay söylenecek olay mı?
Diyebilirler ki; “ Biz yaparız, keskin muhalefetiz”
O zaman…
Niçin Erzincan?
Erzincan yaramaz bir şehir mi, Bakan’ın doğum yeri olduğundan mı?
Vekil beyin herhalde dili sürçtü.
Lafı, maksadı aştı.
*
Nasreddin Hocayı anarken, fıkrasıyla bitirelim.
Gücü kendinde gören, her şeyi bildiğini sananlara sunarak…
*
Zengin tüccara İran’dan mektup gelir.
Hoca’ya götürür;” Şunu okuyuver”
Hoca mektuba bakar. Yazı okunaksız hem de farsça.
“Farsça bilen birine okut, ben bilmiyorum”
Zengin tüccar köpürür:
“ Başında değirmen taşı gibi kavukla mektup bile okuyamıyorsun”
Hoca kavuğu çıkarır, adamın başına koyar:
“ Buyur giy, mektubu sen oku”
*********************