- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Dünyanın Gözü Önünde Cinnet Getirmek

Bu yazıyı Pazar günü öğlen sularında yazıyorum, muhtemelen bir kaç saat sonra Başbakan'ın Kazlıçeşme konuşması sonrası yeni bir yazı kaleme almak zorunda kalacağım. Tahminen (Bilgiagi.net'in güncellenme sıklığı gereği) ikisini aynı gün okuyacaksınız.

**

Son 48 saatte yaşananların tek bir açıklaması var; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, bütün dünyanın gözü önünde cinnet getiriyor. 
Son 20 gündür bozulan ruh hali, artık patlama noktasına geldi. Başbakan bir sinir krizi geçiriyor. 
Gazetelerin üçüncü sayfalarında okuduğumuz "cinnet getiren adam baltayla sağa sola saldırdı" haberlerindeki gibi, cinnet getiren Başbakan emrindeki polis-asker gücüyle masum sivillere saldırıyor.

Burada bazı kilit noktalar var, arada kaynamaması için tarihe not düşmek gerek :

Bir : Bir kaç akşam önce Başbakanlık konutunda Tayyip Erdoğan ve ekibi, Taksim Dayanışması temsilcileri ve bazı sanatçılarla bir araya geldi. Bu toplantıdan sonra basına kimi açıklamalar yansıdı.

Bunlardan biri toplantıda bulunan DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu'nun üzerine yürümesi... Çerkezoğlu'nun "Bu sosyolojik bir olgu, on binlerce insan size bir mesaj veriyor." demesi üzerine hiddetlenen Başbakan "Sizin haddinize mi bana bunu söylemek, siz bana sosyoloji mi öğreteceksiniz?" şeklinde bağırarak ayağa fırlamış ve üzerine yürümüş.

İkincisi ise, medyada "Başbakan'a mektup yazan direnişçi AKP üyesi" olarak yansıyan Recep Peker'in Radikal'de çıkan konuşması... Peker diyor ki; "Başbakanlık'ta bize bazı videolar izletildi. Gezi Parkı'nda hangi örgütlerin yer aldığına, bu kişilerin geçmişte hangi eylemlere karıştığına ve neler planladığına dair görüntülerdi." Sonra devam ediyor, "Bu görüntülerden sonra Başbakan, 24 saat içinde polisin bölgeyi temizleyeceğini söyledi. Biz, masum vatandaşları oradan izole etmesi için kendisine ısrar ettik." Konuşmanın devamında direnişçiler, bu çağrıyı hükümetin yapması gerektiğini söylüyor. Başbakan ise müdahale kararlılığını devam ettiriyor.

İki : Bu toplantıdan sonra, Taksim Dayanışması Gezi Parkı direnişçileriyle çeşitli toplantılar düzenledi, herkes fikrini söyledi. Oylamalar yapıldı. Ve Dayanışma, yaptığı açıklamada Gezi Parkı'ndan çadırların kaldırılacağını, sadece tek bir nöbet çadırı bulundurulacağını, bayrak ve flamaların söküleceğini, park girişindeki bariyerin de açılacağını söyledi.

Bu, daha önce de yorumladığım gibi, "çekiliyoruz" anlamı taşıyordu. Örtülü bir "eve dönüş" kararıydı. Belki de bununla gençleri, çoluk-çocuğu yaklaşan polis tehdidinden korumak amaçlanmıştı. Galip durumdayken maçı bitirmekti belki de...

Bu karar açıklandıktan ve çadırlar sökülmeye başladıktan saatler sonra, polisin düşman askerine saldırır gibi Allahsız, kitapsız, izansız, insafsız taarruzu başladı.

Geçtiğimiz hafta da benzer bir olay yaşanmıştı aslında. Biraz hafızamızı zorlayalım; Gezi'deki direnişçiler ortak toplantıda alanda bulunan seyyar satıcıları -ki içlerinde büyük ihtimalle polis muhbirleri de vardı- alandan çıkartmaya, alanda içki sattırmamaya ve Taksim Meydanı ile Gümüşsuyu'na, Sıraselviler'e açılan yollardaki bariyerleri kaldırmaya karar vernişlerdi.

Tam harekete geçecekleri sabah, polis şafak baskınıyla Taksim'e daldı. Malum molotof fişekli, ana akım medyadan canlı yayınlı polis tiyatrosu oynandı.

Bu iki olayın da ortak noktası; direnişçilere 7'den 70'e herkesin, ülkücünün de, AKP'linin de takdirini kazanacak barışçı adımlar atma fırsatı verilmemesiydi.

Çünkü bu fırsat verilirse, Başbakan kontrolü yitireceği, ipleri elinden kaçıracağı, karizmasının darbe alacağı vehmine düşmüştü. İstiyordu ki, herkes onun ellerinde bir kukla gibi hareket etsin. "Ol" dediğinde olsun...

Üç : İç siyasetin, politik demeçlerin, Meclis kürsülerinin son 10 yıldaki performansına bakın. 10 yıldır gündemi Tayyip Erdoğan'ın açıklamaları belirler. Hatta ülke gündemini sarsan olaylarda bile kürsüye çıkan, mikrofonu eline alan Başbakan, kimilerinin "kıtır atmak" olarak adlandırdığı biçimde spekülatif bir söylemde bulunur. Durup dururken bir gündem maddesi yaratır, bir tartışma başlatır. Kamuoyu zamları mı tartışıyor örneğin, hooop "kürtaj" der, 60 yaşındaki menopozlu teyzeler kürtaj tartışmasına başlar.

Bu öyle bir realite halini almıştır ki, uyum sağlayabilmek için muhalefet partileri Meclis'teki grup toplantılarını Başbakan'ın konuşmalarına göre ayarlar.

Önce Tayyip Erdoğan çıkar Meclis'teki kürsüye, sonra Kılıçdaroğlu, Bahçeli, BDP'liler... Ona cevap yetiştirirler.

Ama 20 gündür öyle değil. Gündemi alanlardaki, sokaklardaki gençler belirliyor. Onların kararları, forumları, kurdukları yeni dünya, duvarlardaki mesajları... Başbakan ise sünnet çocuğu gibi durak durak gezip, mitingler toplayıp onlara cevap yetiştiriyor. Üstelik "çalışmadığı yerden" geliyor darbeler... Kemal Kılıçdaroğlu ya da Devlet Bahçeli yok karşısında, barikatın önüne "Polisi arayın." yazan insanlar var.

Tayyip Erdoğan bunun bocalamasında. Ne yapacağını bilmez duruma düştü.

"Teröristle pazarlık yapmayız" noktasından, "Çapulcularla toplantı yaptık." noktasına geldi...

Tüm bunlar, Başbakan'ı "delirtti". Bakın açık yazıyorum, Başbakan ruh sağlığını yitirdi.

Uzmanlar da artık bunu teyit ediyor, davranışlarından yola çıkarak "Hubris Sendromu" tanısı koyuyor.

Başbakan'ın danışmanlarına, yardımcılarına, siyasi yoldaşlarına hatta ailesine sesleniyorum. Onun iyiliğini istiyorsanız, lütfen duruma müdahale edin!

twitter.com/kaangkts  [1]