- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Dersim İsyanı ve Gerçekler (III)

Komintern, 1925’teki Şeyh Sait isyanına da şu gerekçelerle karşı çıkmıştı: “Mustafa Kemal, genel olarak ulusal kurtuluş hareketini temsil etmekte ve Türkiye'nin demokratlaşması ve feodal kalıntılar ile sahte din adamlarının etkisinden kurtarmak için çalışmaktadır. Kemal’e karşı, ilk olarak emperyalizm, 2. olarak feodal ağalar, 3. olarak sahte din adamları ve 4. olarak liman şehirlerinin yabancı sermayeye bağlı ticaret burjuvazisi mücadele etmektedir.”

Varan 5: İsyan Atatürk’ün baskıları değil; Atatürk döneminde yapılan köprü ve yollar yüzünden çıktı. 21 Mart 1937'de isyancılar tarafından yıkılan Harçik Köprüsü Dersim isyanı iddia edildiği gibi Atatürk Cumhuriyeti’nin baskıları yüzünden başlamamıştır. Halka baskı yapmak bir yana, Atatürk, Dersim’deki aşiret yapısını ilga ile Tunceli halkını özgürleştirmek için büyük çaba göstermekteydi. Şehrin ismi bu yüzden Tunceli olarak değiştirilmişti. Bu nedenle bugün Tunceli ismine tahammül edemeyenlerin, Atatürk’ün Şapka Devrimine karşı çıkanlardan hiçbir farkı yoktur. Çünkü Dersim ismi isyanın değil, halk üzerindeki haksız zulüm ve feodal baskının simgesidir. Tunceli ise o derebeylik baskısını kaldırmak isteyen Atatürk devrimciliğini simgeler. Ancak çıkarları zedelenen aşiretler ve “seyit” denilen sahte din adamları Türk İnkılâbı ve Atatürk’ün idaresine, karşı çıktılar. Menemen’de yaşanan gerici isyanın bir benzeri böylece Dersim’de başladı. İsyancıların ilk hedefi devletin binbir zorluk ve masrafla yaptığı köprüler oldu. Munzur tarafı iki dağlık bölgeyi birbirine bağlayan Harçik Köprüsü uçuruldu. Yani, medeniyetin bir örneği sayılan köprüye bile tahammül edilmemişti!

SONUÇ VE ÖNERİLER:

Öncelikle altının çizilmesi gereken bir hakikat var ki, o da şudur.

1560 – l600 yıllarında Osmanlı Devleti’nin nüfus idaresini ele geçiren Ermeniler, kısa sürede Taşnak ve Hınçak zihniyetinin temellerini oluşturan bir ihanet şebekesi oluşturmuşlar ve Nüfus İdaresi’nin ellerinde olmasından yararlanma yollarını aramışlardır. Sonuçta karar kıldıkları yöntem çok vahşi ve alçakçadır.

Buna göre: Van ile Silifke arasındaki bütün yerleşim yerleri gizlice basılarak, yerleşik halk sessizce katledilip yerine; Din ve kimlik değiştirmiş gibi görünecek Ermeni nüfus ikame edilecek. Bu plân ve katliam, çok sessiz, gizli ve sinsi bir şekilde yıllarca sürdü. Değiştirilen ve dönüştürülen nüfus, özellikle Kürt ve Alevi olarak kendini açıkladı ve tanımladı. Yıllar sonra 1. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı sistematik jenosidin farkına vardı ve açıkça bilinen ve belli olan “mukayyet” Ermeniler nezdinde, tehcir dâhil olmak üzere; Bazı haklı, mutlak doğru ve yerinde, lâkin çok gecikmiş bazı tedbirler aldı. Bu nedenle:   

1. Ülkemizde, adı bilinen ve Türk Medeni Kanunu’na tabi, eşit haklara sahip, 1. sınıf vatandaş Ermeniler; Etnik kimliklerini kesinlikle gizlemek lüzumunu hissetmeden, son derece güvenli, sadık-samimi ve özgür vatandaşlarımız olarak baş tacıdırlar. Nadir istisnalar hariç; Hiç kimse bunlardan müşteki değildir. Bilakis gayrimüslim azınlık, herkesten hürmet gören, bulundukları yörenin mümtaz, müstesna ve muhabbet timsalidirler.       

2. Fakat sorun, etnik kimliklerini sır gibi saklayıp; Türkçüden Türkçü, milliyetçiden milliyetçi, sufi, sıddık, seyit, şeyh ve dede rollerine bürünmüş mukallitler, sahtekârlar, mürai ve münafıklar olarak aramızda dolaşanlardır. Bunlardan mürekkep gizli cemiyetler olduğu gibi; Örtülü Taşnak, Hınçak, Megalo İdea, Arz-ı Mevhut yapılanmaları ve diyasporalar; esası “Milli Devlet” olan Türkiye Cumhuriyeti parçalamak, bölmek, AB’ye peşkeş çekmek, Türk insanını Amerika’ya kul, köle, uşak yapmak için olağanüstü bir çalışma ve çaba içindedirler.  

3. Bu menfur odaklar aynı zamanda bilumum hırsızlık, yolsuzluk, yalan-talan, anarşi, terör ve tedhiş unsurlarının organize liderleridir. Devleti etkisizleştirmek için her kılığa girer ve hiçbir melâneti icradan geri durmazlar.

ÇARE: Devlet bunları bilmek; Bilinçle acil önlem ve ‘karşı tedbir’ almak zorundadır.    

(*) Yararlanılan Kaynak: Onur Öymen ve Özgür Erdem makaleleri. Ankara-2011