- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Da Vinci Learning ve Mesnevi

İçinde bulunduğumuz çağa; bilgi ve iletişim çağı demek yaygınlaştı. İletişimin kolaylaşması ile bilginin hızlı dolaşımı sayesinde gerçek servet “bilgi” kabul edilir, oldu. Dolayısıyla bilgi çağının savaşları, sanayi çağı savaşlarına benzemiyor. “Bilgi serveti” için ne tür silahlar kullanılıyor?

Bilginin kolay ulaşılır olması, belli konularda uzmanlaşmış bazı akademisyen ve bilim adamlarını rahatsız edebiliyor. Zaman zaman “ benim sahama girme” tepkisini doğuran ve uzman kabul etmedikleri kişilerin, araştırma ve incelemelerini yadsımak amacıyla yaptıkları mücadeleleri son derece çetin geçebilir, oldu. Bu açıdan bakınca, haklılar gibi görünüyor. Fakat bilgi artık kimsenin tekelinde değil! İnsanlar ulaştıkları bilgiler ile düşünebilme yetilerini kullanmaktan geri durmayacaklardır. Kim “burada kal, düşünme, ifade etme” demeye cüret edebilir ki?

Biliyorsunuz ki; ülkemizde akademik ortamlarda, global bilginin erişebilirliği konusunda “dil eksikliği” çok büyük bir engeldir. Bugün; akademik dil yeterliliğini ölçmek için yapılan dil sınavları (KPDS), “ sağır dilsiz seviyesinde” bir yeterlilik sağlıyor. Bu tabir; yazmak, okumak, anlamak konusunda yeterli fakat konuşmak yeteneği olmayan bir yabancı dil seviyesini işaret eder. Nitekim bugün TOFEL türünde bir sınava dönüştürülmesine dair tartışmalar da bu nedenle yapılıyor. Sonuç olarak, olaya bu şekilde bakmayan, en az bir yabancı dile hakim, bütün akademisyenleri sözlerimden tenzih ederek, söyleyebilirim ki, bizim ülkemizde birçok uzman, alanındaki gelişmeleri takip e-de-mi-yor. 

Ülkemizde hâlâ dil eğitiminde doğru sistem oturtulamadığı için, yıllarca dil eğitimi verilmesine rağmen, öğrencisinden tutun akademisyenine kadar, dünyayı takip edebilecek düzeyde bir yabancı dil seviyesine bir türlü erişilemedi. Dil öğrenmenin ve bilgiyi paylaşmanın bütün bu zorlu aşamalardan geçmiş biri olarak, biraz da eğlenceli yönlerinden bahsetmek ve başka bir konuyu daha işlemek istiyorum.

Kendi dilinizin haricinde bir dil ile konuşmak, bir başka bedene girmek gibi bir hal alabilir. Gerçekten konuştuğunuz yabancı dilin kültürüyle, bulabildiğiniz en uygun noktalarından özdeşleşerek dile hâkim olmaya çalışırsanız, daha verimli bir sonuç alırsınız. Çünkü kendi dilinizde düşünüp, başka dilde ifade etmeye kalkışırsanız, tutuk ve karmaşık bir yabancı dil konuşmaya çalışıyorsunuz demektir, nitekim pek de başaramazsınız. 

İngilizce’yi öğrendikten ve bu dille çalışma hayatında birtakım faaliyetlerde bulunmaya başladıktan sonra dile hâkim olabilmek ve sonra da kaybetmemek için o dille yapılan yayınlanları takip etmeye çalışmak en doğru tavırdı, benim için... Bunu yapanlar çok iyi bilir ki, en iyi yollardan biri de uydu kanallarından yabancı kanalları izlemek ve dinlemektir. Bu vesile ile rastladığım bir kanalın adı “ Da Vinci Learning”.

“A pleasure to know.” Yani “Öğrenmek zevktir” sloganıyla eğitim içerikli yayınları olan bir kanal. Gerçekten en son bilimsel buluşları, tarihin önemli karakterleri, farklı kültürler ve sıra dışı yaşam hikâyeleri, sağlıktaki son gelişmeler gibi eğitim alınması gereken hemen hemen bütün alanlardaki yeni araştırma, inceleme ve buluşları eğlenceli bir dille ekrana taşıyor. Kanalın kendince ortaya koyduğu çıkarımlar zaman zaman benim inançlarımla ters düşse de nerede farklı düşündüğümüzü anlamak ve kendi tezlerimi güçlendirebilmek için izlemeye devam ederim.

Tam bu noktada kanaldan öğrendiğim birkaç farklı bilgiyi de paylaşarak edinilen bilgilerin özellikle de bazı alanlardaki yüksek kalitesini de açıklayabilmek isterim. Örneğin; Hollanda da bir çiftlikte deneme aşamasındaki bir uygulama son derece ilginç... Hayvanları hastalıklardan korumak ve etlerinin kimyasal içermemesi için nasıl bir yol bulduklarını anlatıyor. Biliyorsunuz ki; hayvancılıkta yemlere belli miktarlarda antibiyotikler karıştırılıyor. 

Sürekli bir arada olan hayvanların hastalık kapmaması için uygulanan bu kimyasallar, kesilip et ürünü haline getirildiklerinde de insan sağlığını tehdit ediyor. Bu çiftlikte ise antibiyotiklerin yerine hayvanların yemlerine “bal” karıştırmaya başlamışlar. Balın en doğal antibiyotik olmasından yararlanarak, sağlıklı et tüketimini hedefliyorlar. Yani şu anda dünyada bir yerlerde hayvanlarını ve etlerini antibiyotiklerden bal ile kurtarmaya çalışanlar var! Biz hangi aşamadayız dersiniz?

Tıptan bir diğer gelişme de oldukça ilginç idi. Çocukken aşırı hareketli olan bir yetişkin erkek anlatıyordu. Çocukluğu süresince sürekli tırmanarak, düşerek, koşarak ve yine düşerek geçirdiği yılların bedeli olarak, diz kapağında oluşan bir deliğin nasıl bir işkenceye dönüştüğünü gösteriyordu. Bir süre sonra ise tüm hayatını etkileyerek dayanılmaz ağrılar ve yürüyememekle sonuçlanan süreçte, tıp metodları gerekli gördüğü durumlara, diz kapağının yerine yapay bir diz kapağı takmayı uygularmış.

Fakat bu da pekiyi sonuç vermezmiş. İşin ilginç kısmı burada başlıyor. Diz kapağında daha büyük deformasyonların, diz kapağındaki delikten daha kolay iyileştiğini fark eden bir bilim adamı ise kan dolaşımının ve yaralara nüfuz eden kanın çabuk iyileştirici etkisini anlayınca, tedavi yöntemi olarak hangi yöntemi denediğini izlerken doğrusu ben gözlerime inanamadım. Çünkü bu hastanın diz kapağını çıkardıktan sonra hastane bezi içinde bir çekiçle parçaladı. Parçalanan diz kapağının her hücresine kan nüfuz etmesini sağladı ve diz kapağını yerine (tabiri caizse)tıbbi bir teknikle yapıştırdı. İyileşme çok kısa bir sürede gerçekleşti.

Ne zaman bu kanalı izlesem, “eğitme metodu” çok dikkatimi çeker. Şöyle ki; tam bir konuya sizin bütün algılarınızı açmayı başarmış, sizi olaya konsantre ve kanalize etmişken, birden ani bir manevra ile bambaşka bir konuyu işlemeye başlar. İkinci ve yeni konu da son derece güçlü ve ilginç bir anekdotla araya girdiği için zihniniz tam diğer konunun merakı ile uyarılmışken, bu yeni ve ilginç materyal ile karşılaşmanın şokuyla bilgiler neredeyse çarpışır, uçuşur ve zihin yakalayabilmek için apaçık kalmak zorunda olduğu hissine kapılır. Tam o esnada tekrar bir önceki konuya dönerek, zihninizin uyanık kalmasından istifadeyle bilgiyi daha güçlü işler. 

Peki; Mesnevi bu konunun neresinde yer alıyor?

M. Ürkmez’in “Gönül Bahçesinde Mevlana” kitabından alıntılayarak anlatayım. “Mesnevi hikâyeleri, bugünün hikâye tekniğine pek uymamaktadır. Bir konuyu anlatırken uygun bir hikâye ile anlatmaya başlar. Sonra hikâyeyi yarıda bırakır, bir takım hikmetler, hakikatler söylemeye başlar. Öyle şaheser beytler söylemeye başlar ki, insanı büyüler. Çoşkunluk halinde söylediği hakikatler ona başka bir hikâyeyi hatırlatır. Bu defa yeni bir hikaye başlar. Sonra döner ilk baştaki hikâyeyi tamamlar. Böylece, hikâye içinde hikâyeler birbirini takip eder durur.”

Demem o ki; “aklın yolu birdir”. Biz her zaman büyük bir ilim ve bilim deryası ile nasiplendirilmişiz. Kimilerinin yeni yeni keşfettikleri bizde asırlardır mevcut. Bugün ulaşılan ve yeni olduğu düşünülen bir eğitim metodu ve birtakım bilimsel keşiflerden bahsettim. Görüyorsunuz ki, Hz. Mevlana aynı metodla ilmini nakşetmiş. 

Kanaatimce; dünyanın coğrafyasında nerede durduğumuzdan çok, ilim ve bilim haritasında nerede yer aldığımız çok daha önemlidir. Bugün Müslüman dünyasında düşünürleri tekfir etmek, şirke düşmüş kabul etmek, yadsımak ve yok etmek uğraşı verenler varken… Şunu çok iyi bilmek ve düşünmek gerekir ki; Osmanlı tarihinden tutun, Hz. Mevlana’ya kadar bütün değerlerimize dair araştırmalara baktığınızda bizim akademisyenlerimiz ve araştırmacılarımızdan çok daha fazla eseri batılı araştırmacılar vermişlerdir. Biz ötelemekle ne kaybettiğimizin farkında dahi değiliz. Eleştirmek elbette emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker (İyilik konusunda öğüt vermek ve hatırlatma yapmak ) gereğince her zaman hoş karşılanmalıdır. Fakat amaç yok etmek değil, doğrusunu alıp, yanlışını bırakmak olmalıdır. 

Nitekim Hz. Ali’nin dediği gibi “Doğru söz nereden gelirse gelsin alınız, söyleyene değil söylenen söze bakınız.” 13.07.2009