Beni bu güzel havalar mahvetti / Böyle havada istifa ettim / Evkaftaki memuriyetimden / Tütüne böyle havada alıştım / Böyle havada âşık oldum / Eve ekmekle tuz götürmeyi / Böyle havalarda unuttum /Şiir yazma hastalığım / Hep böyle havalarda nüksetti / Beni bu güzel havalar mahvetti…
Orhan Veli’nin bu enfes şiiri gönlümüze sesleniyor ama onun güzel havalardan şikâyetçi olması, sakın sizi aldatmasın. Şairleri değil, bilim adamlarını dinleyin. Çünkü hava kirliliğinin insan sağlığını tehdit eden tehlikelerin en önemlilerinden biri olduğundan kimse şüphe duymuyor. Hava kirliliğinin arttığı dönemlerde hastaneler, poliklinikler, muayenehaneler hastalarla dolup taşıyor. Birkaç kortizon hapıyla düzelen astım krizleri yüksek dozda iğnelere bana mısın demiyor. Bronşitli çocukların öksürmekten ciğerleri sökülüyor. KOAH’lılar, nefes darlığı yüzünden sabahlara kadar uyuyamıyor. Kalp ve tansiyon hastaları, polikliniklerde kuyruklar oluşturuyor. Dünya Sağlık Örgütü de her sene 2 milyon 400 bin kişinin doğrudan hava kirliliğine bağlı hastalıklar yüzünden öldüğünü bildiriyor
Hava kirliliği nedir?
Orhan Veli’yi mahveden güzel havaların yüzde 78′i azot ve yüzde 21′i de oksijenden oluşur. Geriye kalan yüzde 1′lik kısımda ise karbondioksit, su buharı, neon, argon, helyum, metan, kripton, hidrojen, azot monoksit, karbon monoksit, ksenon, ozon, amonyak ve azot dioksit gazları vardır.
İşte bu havanın çeşitli gaz, duman ve tozlarla insanların, hayvanların, bitkilerin ve cansız varlıkların zarar görecekleri derecede kirlenmesi, hava kirliliği olarak adlandırılıyor.
Hava kirliliğinin insanlık tarihi kadar eski bir geçmişi var ve bunun, insanların ısınmak için yaktıkları ilk ateşle başladığı da söylenebilir. Dünyanın havası o zamandan beri geçen binlerce sene içinde hem çeşitli tabiat olayları ile ve hem de insanlardan kaynaklanan sebeplerle sinsi sinsi daha fazla kirlenmeye başladı. Biz insanlar hiçbir şeyin farkında değildik. Çünkü yakın zamanlara kadar hava kirliliğinin boyutları fazla olmadığı gibi kirlilik, dünyanın sadece belirli bölgelerini ilgilendiriyordu. Hepsinden önemlisi de sağlığımıza olan etkileri henüz ortaya çıkmamıştı.
Ne zaman havanın belirli miktardaki kirleticiyi etkisiz kılma ve kendi kendini temizleyebilme kapasitesi aşıldı, kirlilikten rahatsız olmaya, etkilenmeye başladık.
Belki çok geç olmuştu. Çünkü hava kirliliğinin varlığı ancak ’sağlığımız için alarm zilleri çalmaya başladığında’ yani ‘bıçak kemiğe dayandığında’ dikkatimizi çeker oldu.
Toplumların giderek kalabalıklaşması, endüstrileşmenin, motorlu araçların artması ve tüm dünyada yaygınlaşması ile hava kirliliği sağlığımızı tehdit eden bir problem olarak gündemimizin başköşesine geldi oturdu.
Çocuklar için tehlike daha büyük
Çocuklar, hava kirliliğinden erişkinlere göre daha çok etkileniyorlar. Bunun birçok sebebi var. Her şeyden önce akciğerlerimizdeki hava keseciklerinin yüzde 80′i doğumdan sonra oluşuyor ve gelişme, ergenliğe kadar da devam ediyor. Bu yüzden, özellikle hayatın ilk yıllarında maruz kalınan olumsuzluklar, akciğerleri daha fazla etkiliyor. İkincisi, çocuklar erişkinlere göre daha sık nefes alıp verdikleri ve fiziksel aktiviteleri daha fazla olduğu için de hava kirliliğinden daha çok zarar görüyorlar. Üçüncüsü de bunlara çocukların zamanlarının daha çoğunu dışarıda geçirmelerini, yani hava kirliliğine daha çok maruz kalmalarını da eklemek lâzım.
Sayısız araştırma, hava kirliliğinin çocuklarda akciğer gelişimini geciktirdiği, solunum fonksiyonlarını bozduğu, bronşit ve zatürre gibi iltihapları kolaylaştırdığı, astım ve diğer alerjik hastalıkların görülme riskini artırdığını gösteriyor.
Hava kirliliği kurbanları listesinde bebek ve çocukları yaşlılar ile kalp ve akciğer hastalığı olanlar takip ediyor. Çünkü vücudumuzda saçımızdan tırnağımıza kadar hava kirliliğinden zarar görmeyen hiçbir yer yok ama akciğerlerimiz ile kalp ve dolaşım sistemi, en çok etkilenen organlarımız.
Astım krizlerinin, KOAH ataklarının, alt ve üst solunum yolları iltihaplarının, kalp ve akciğer hastalıkları sebebiyle hastaneye yatışların, bu hastalıklara bağlı ölümlerin ve akciğer kanserinin oluşumunda hava kirliliğinin önemli rolü var.
Hava kirliliği ve KOAH
Hava kirliliği denince ilk akla gelen hastalık KOAH’tır. KOAH, esas olarak sigara içen kişilerde görülen öksürük ve nefes darlığına yol açan kronik bir akciğer hastalığıdır ve oluşumunda hava kirliliğine maruz kalmanın da önemli rolü vardır. Hava kirliliğinin yoğun olduğu yerlerde, mesela büyük şehirlerde yaşayanlarda öksürük, balgam gibi belirtiler daha fazla görülür ve bu kişilerin akciğer fonksiyonları kırsal alanda yaşayanlara göre daha kötüdür.
Bu konuda İngiltere’de yapılan ve astımı olan hastaların hava kirliliğinden nasıl etkilendiklerini gösteren ilginç bir araştırma var. Bu çalışmada astımlıların 2 saat süreyle Oxford caddesinde ve 2 saat süreyle de Hyde Park’ta yürüdükten sonraki solunum fonksiyon testleri incelendiğinde, caddede yürüyenlerin değerlerinde ciddi bozulmalar olduğu belirlendi. Uzmanlar bundan, özellikle dizel dumanından kaynaklanan çok küçük tanecikler, karbon ve azot dioksiti sorumlu tutuyorlar.
Hava kirliliğinin KOAH gelişmiş olan kişilerde hastalığın alevlenmelerini, hastaneye yatışları ve ölümleri artırdığı da kanıtlanmıştır. Özellikle çapları 10 mikrondan küçük olan taneciklerin artmış olduğu durumlar, bu bakımdan daha tehlikelidir. Doğalgazın henüz olmadığı yıllarda İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerimizde görülen ve kükürt dioksit ve partiküllerin yol açtıkları hava kirliliği dönemlerinde hastaneler KOAH’lı hastalarla dolup taşardı.
Son senelerde yapılan araştırmalar, hava kirliliğinin, zamanından erken doğumlara, bebeklerin düşük tartılarla dünyaya gelmelerine, ani bebek ölümlerine ve hatta kısırlığa sebep olabileceğini de gösteriyor.
Mesela, kurşunlu benzinin yaygın olarak kullanıldığı Peru’da yapılan bir araştırmada trafik polislerinde sperm kalitesi ile kan kurşun düzeyleri arasındaki ilişki incelenmiş ve kanlarındaki kurşun miktarı daha yüksek olanlarda sperm hareketliliği, konsantrasyonu ve toplam sayıları daha düşük bulunmuştur.
İtalya’da Napoli şehrinde genç ve orta yaşlardaki otoyol gişe memurları üzerinde yapılan araştırmada ise bu kişilerin sayıları normal olmasına karşılık spermlerinin güçsüz olduğu, öne doğru ilerlemeleri ve hareketliliklerinin normalden az olduğu belirlenmiştir. Gişe memurlarının yüksek düzeyde kükürt dioksit ve karbon monoksite de maruz kalmalarına rağmen, spermlerle ilgili bu olumsuzlukların azot oksitleri ve kurşundan kaynaklandığı ileri sürülmüştür. Bunlar da bize çocuk sahibi olamayan çiftlerin bunun sebebini nerede aramaları gerektiğini gayet güzel gösteriyor.