- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Birey, Devlet ve “Demokrasi Havariliği”

Zalim, kardeşin de olsa sen mazlumdan taraf ol! Zira mazlumun tokadı ağır olmayabilir ama ahı ağır olur! Devleti oluşturan bireylerin hareket tarzı ve dünya görüşü ne ve nasıl ise devletin insana bakışı da öyle olur. Gölgenizden şikayet etme lüksünüz yoktur.Zengin bir kadın/erkek ile fakir bir kadın/erkek aynı günahı işlediğinde tepkimiz aynı değilse imanımızda bir problem, bizde de bir çelişki var demektir. Günümüzde bulundukları toplumda varlık, ün veya makam sahibi olmaktan ötürü güçlü veya muktedir olanların ahlaksızlıkları moda, modernite, demokrasi, özgürlük veya çağdaşlık kisvesi altında pasifize edilmek suretiyle örtbas edilerek utanç vesilesi olmaktan çıkarılmaktadır.Bununla beraber namus kavramının oluşturduğu sorumluluğun beraberinde getirdiği bedelinin ise sade ve gariban bireylere ödetilmekte olduğu gibi muktedir ve güç sahibi olan devletlerin ahlak dışı yaptırımlarının da “Demokrasi Havariliği” yaması ile yamanması elbette ki böylesi bir toplum tarafından doğal karşılanır. Ama unutulmamalıdır ki; mesele mükemmel olmak değil, sahte olmamak.

İslam’ı tebliğ etmek için önce onu hakkıyla yaşamak gerekir ki bu, en geniş ve isabetli tebliğ tarzıdır. Ölümü göze almayan yaşamı anlayamaz! Zira inananlar için ölüm bir nevi kurtuluş, yaşam ise risktir. Hayatta kalmayı seçenler, gerçeği öğrenmekle ve ona ulaşmakla sorumludur. Gerçekleri öğrenmeye cesareti olanlar da sorgular! Evet, gerçeklerle yüzleşme cesaretini kendinde bulan ve bunun bedelini ödemeyi göze alan sorgular! Fakat maalesef insanlardan kimi gerçeklerin peşine düşerken kimi de gerekçelerin arkasına sığınır hale gelmiştir.

Bu bağlamda tarih, akan kanı durdurabilecek ittihadı islamı şahsi çıkar ve ihtiraslarına kurban edenleri affetmeyecektir. Bir toplum/Millet, dağılmayı ve başkasının esaretine girmeyi istemiyorsa; en güçsüz bireyini bile yalnız bırakmamayı ilke edinmelidir. İslam milletinin hali pürmelâli de bu yalnız bırakışın bir sonucudur vegöz önündedir…

Bu olumsuz sonuç ister istemez beraberinde, yanlışların düzeltilmesi gerektiği düşüncesini de doğurmaktadır. Bunun da her bireyin kendi başına üreteceği çözümlerle değil de bireylerin bir araya gelerek oluşturacakları bir sistemin üreteceği çözüm yolları ile sorunlarını çözmesi olacaktır. Bu sisteme devlet de diyebiliriz.

Peki, devlet nasıl bir kurumdur ya da nasıl bir kurum olmalıdır?

İnsanın ilk sorumluluğu kendine karşı olan sorumluluğudur. Bu sorumluluktan kaçınmak veya kurtulmak için insanlardan kimi uyumayı çare edinirken kimi de çare edinmek için uyanır.

Düşünce tarihinden bu duruma baktığımızda Hegel’in; “Tanrının yeryüzündeki yürüyüşüdür.” biçimiyle öne sürmüş olduğu devlet tanımı; dikkat çeken ve üzerinde düşünüldüğünde bir tanım olmaktan öte, tarafgirliği bir tarafa bıraktıracak tarzda bir çıkış yolu olarak da yorumlanabilir. Zira “Tanrının yürüyüşü” geride Tanrıdan izler bırakmalıdır ve Allah zalim değil Adildir, katı değil Rahimdir. Şayet devlet de Tanrının yeryüzündeki iz düşümü ise böylesi bir algı (Teori) olmaktan öte, yaptırımlarında da böyle olmalıdır.

“Demokrasinin beşiği sayılan Atina şehir devletinde siyasi katılım şehir nüfusunun üçte birinden daha azına dayanmakta iken Medine’de değişik şura uygulamalarında toplumun her kesimi için açık bir katılım söz konusu olmuştur. Siyasi güç örgütlenmesi olarak devlet, inanç sisteminin belirlediği ahlaki ve sosyal idealleri gerçekleştirmek için sadece bir araçtır. Ebu Bekir’in ümmetin seçim ve ittifakı ile şekillenen hilafetinin yalancı peygamberlerin otoritesinden üstün olduğunu pekiştirmiş ve merkezi siyasi güç örgütlenmesine alternatif olan herhangi bir gücün tanınmayacağını göstermiştir.” (TDVİA c: 9, s: 236)

Ne yazık ki tarihimiz ve geldiğimiz nokta arasında çok fark oluşturmuşuz. Zira geçmişten devraldığımız bu düsturu daha ileriye götürmek yerine tersine işleyen bir evrime tabi tutarak yozlaşmış bir toplum yaratığımızı gözler önüne sermektedir. Bırakın ileriye taşımayı maalesef elimizdekileri kaybetmeme yetimizi bile kaybetmiş bulunmaktayız…

Ve bilinmelidir ki; atalarının namıyla yaşamlarını sürdürebileceklerini zannedenler, doğum sonrası bile annelerinin yediğiyle doyacağını zannedenlerden farksızdır. Bu arada Müslümanlığımızın niteliğinin kardeşliğimizin niteliğini belirleyen en önemli unsur olduğunu, ne kadar müslümansak o kadar kardeş ve bu kardeşlikten uzaklaştığımız derecede başkalarına muhtaç olacağımızı da unutmamalıyız.

Katledilenlerin sayısını vermiyorum ama dünyada her gün ortalama 1 milyar insan aç uyumak zorunda kalıyor. Bu tespitlerin yapılması ebetteki gerekiyor fakat bunlarla beraber nedenlerini ve bu duruma düşmelerine kim(ler)in sebep olduğunun da tespit edilmesi ve sorumlularından hesap sorulması için gereğinin yapılması da BM'nin görevleri arasındadır. Bugünlerde dünyada gösterilen tavırlar, önümüzdeki günlerin siyasi intiharlara gebe olduğunu gösteriyor. İslam coğrafyasında kanın akmasından daha acı olan, Müslümanların hala kuklayla uğraşıyor olmasıdır. Ve artık Katolik ve Ortodokslarda olduğu gibi Müslümanların da bir liderinin olması için Kur'anî prensiplerle şekillenecek ittihadı islama ihtiyaç vardır.