- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Birbirlerine Güvenmeyen Bireylerden ‘Ümmet’ Olur mu?

Hazreti Ömer’in (r.a) hilafeti döneminde gerçekleşen ve konumuzu tüm detaylarıyla açıklığa kavuşturacağına inandığım bir olayı aktarmak istiyorum.

“Bir gün Hz. Ömer sahabeler ile bir meclisle oturuyorlarken, karşıdan üç kişinin gelmekte olduğunu gördüler. Bu gelen kimseler bir delikanlıyı yakalayıp ellerinden sıkıca tutmuş getiriyorlar. Sahabelerin dikkatli bakışları arasında bu üç kişi, yakaladıkları gençle berber gelip Hz. Ömer'in huzurunda durdular.

Hz. Ömer sordu: Söyleyin bakalım, bu delikanlının ne suçu var da, böyle sıkıca tutup buraya getirdiniz?

Bu üç delikanlıdan biri söz alıp meseleyi anlatmaya başladı: Ya Ömer! Bu genç bizim babamızı öldürdü. Biz de hükmün tatbik edilmesi için huzurunuza geldik. Şimdi bunun için ne yapmak lazım geliyorsa onun yapılmasını sizden istiyoruz.

Hazreti Ömer o gence: Bunların dediklerini duydun. Söylenenler doğru mu? Eğer doğruysa senin söyleyeceklerin nelerdir? dedi. O genç bu söylenenlere itiraz etmedi. Bunların doğru söylediklerini ancak kendisinin de bazı söyleyecekleri olduğunu belirterek, izin aldıktan sonra konuşmaya başladı:

Ya Emirel Müminin! Ben buraların yabancısıyım. Medine civarına geldiğimde atım hurma dallarına uzandı; yemeye çalışırken ağacın dallarını kırdı. Buna mani olmak için derhal atımın olduğu tarafa koştum. İşte o anda karşıdan yaşlı bir adam bana karşı bağırarak geldi, iyice yaklaştıktan sonra hiçbir şey demeden ve sormadan, bir şey söylememe fırsat bulamadan, elindeki büyükçe taşı atıma hızla vurdu ve takdiri ilâhî at düşüp öldü. Atımı çok severdim, ondan başka da binitim yoktu ve o yaşlı adam atımı bir hiç uğruna öldürmüştü. Dayanamadım, ben de onun ata vurduğu taşı alıp kendisine fırlattım. Fakat bir de baktım ki, takdiri ilâhî adamcağızın eceli gelmiş olacak ki o da öldü. Tabii ki bu duruma çok üzüldüm. Azıcık bir öfke sebebiyle bir adamın ölümüne sebep olmuştum, Hemen bu yaşlı adamın kim olduğunu araştırdım, ailesini buldum çocuklarına durumu uygun bir dille anlattım. İşte durum bundan ibaret!

Şayet ben o anda kaçmak isteseydim, kolayca kaçardım; ama ben Allah'a ve ahiret gününe inanmış bir kimseyim. Cezam ne ise onu dünyada çekmeye razıyım, ilâhi adalet ne ise tatbik edilsin ve hak yerini bulsun.

Babaları ölen gençler kısas yapılmasını istiyorlardı; karar verildi. Genç bu hüküm karşısında hiç itiraz etmedi. Hükme rıza gösterdi yalnız bir ricası vardı. Buraya ziyaret maksadıyla geldiği ve böyle bir şeyin de başına geleceğini bilemediği için mutlaka halletmesi gereken bir işi vardı ve dedi ki:

'Benim bakımıyla ilgilendiğim bir yetim var. Onun bana teslim edilmiş olan altınlarını bahçemde bir yere gömdüm. Bu altınlar o yetimin geleceği... Onların yerini de benden başka kimse bilmiyor. Eğer bana üç gün müsaade ederseniz, gider onların yerini o yetime bildirir gelirim.'

Hz. Ömer bunun üzerine dedi ki: Şu anda sana nasıl müsaade edebiliriz ki? Zira sen bir suçlusun, cezan infaz edilecek. Seni serbest bırakmamıza imkân yok. Ancak yerine bir kefil bulabilirsen serbest kalabilirsin.

Genç o civarın yabancısıydı. Bu civarda kimseyi tanımıyordu ki kefil bıraksın. Genç son çare olarak oradaki sahabeyi kiramı süzdü, göz gezdirdi. Acaba kendisine kefil olan çıkar mıydı? Tekrar gözden geçirdi, kalbinin sesine kulak verdi ve orada hazır bulunanlardan birisini göstererek:

Bu zat bana kefil olur; dedi. O zat Ebu Zerri'l Gıfarî'den başkası değildi. Bu sefer Hz. Ömer: Ya Eba Zerr! Ne diyorsun kefilliği kabul ediyor musun? diye sordu. Ebu Zerr cevap verdi: Bu delikanlıya kefil oluyorum! Böylece genci serbest bıraktılar.

Aradan iki gün geçti ve üçüncü gün oldu, ama ortalarda ne gelen vardı ne de giden... Bu sefer ölen adamın çocukları Ebu Zerri Gıfarî'ye ‘Ya Eba Zerr! Kefil olduğun adam hala ortalarda görünmüyor. Kim olduğunu bilmediğin bir kimseye kefil oldun? Adam bir kere ölümden kurtuldu, bir daha geri gelir mi? Şayet o gelmezse hüküm sana tatbik edilecek’ diyerek sitem ediyorlardı. Ebu Zerr ise; daha üç gün dolmadı. Eğer üç gün dolar, genç de geri gelmezse hüküm ne ise bana tatbik ediniz. Ben kefil oldum ve sözümdeyim diyordu.

Hz. Ömer: Ya Eba Zerr! Kefil olan o genç eğer vermiş olduğumuz sürede gelmezse, zamanı gelince emri ilahiyi tatbik eder ve kısas hükmünü geciktirmeden uygularım! diyordu. Eshab-ı kiramı bir üzüntü kaplamıştı; zira o genç gerçekten de gelmeyecek olursa, kefil olduğu için kısas Ebu Zerr'e yapılacaktı.

Vakit de bir hayli ilerlemiş gün batmaya az kalmıştı. Bu arada ashabı kiram babası öldürülen gençlere diyet teklifinde bulundular. Çünkü o koskoca Ebu Zerr'in idam edilmesini asla istemiyorlardı. Fakat onlar kısasta diretiyorlardı. Bu olayı duymayan kalmamıştı. Medine çalkalanıyordu. Herkes üzüntü içindeydi.

Vakit ilerliyor neredeyse gün batacaktı. Heyecan had safhaya varmış herkes neticenin ne olacağını merak etmeye başlamıştı. İşte bu esnada Medine'nin girişinden bir adam olanca kuvvetiyle koşarak gelmeye çalışıyordu. Her tarafı perişan, kan ter içinde gelen bu adam, o gençten başkası değildi. Birçokları adeta sevinç çığlığı attılar. Ölmeye koşan bir adam için belki de ilk defa böylesine seviniliyordu. O genç hemen Hz. Ömer'in huzuruna çıktı ve teslim oldu.

‘Hamd olsun ki verdiğim sözde durdum. Ya Emirel Müminin! Artık hükmü İnfaz edebilirsin! Ben hazırım’ dedi genç.

Orada bulunanlar hayretler içerisinde böyle bir olaya şahit olmuşlardı. Bu gencin kendisinden tamamen ümit kesildiği bir sırada koşarcasına ölüme gelmesi onları tarifi imkânsız bir taaccüp ve hayranlık içerisinde bırakmıştı. Herkes takdirle şöyle diyordu:

Mümin dediğin böyle olmalı, ucunda ölüm bile olsa sözünde durmalı.

Hz. Ömer gence ‘kurtulmuştun seni getiren ne oldu’ diye sorar.

Genç, ‘Mümin olan sözünde durur, ahdine vefa gösterir. Geldiğime hayret ediyorsunuz. Elbette gelecektim! Ben, Dünyada ahde vefa kalmadı, peygamberin ümmeti sözünde durmuyor’ sözünü söyletir miyim? dedi.

Bu arada Ebu Zerr'ın tanımadığı bir adama canı pahasına kefil olması da son derece hayret verici bir olaydı. Ona da bu genci tanıyıp tanımadığım ve nasıl böyle bir kefilliği kabul ettiğini sordu Hz. Ömer. Ebu Zerr, hayır bu genci tanımıyordum. Lakin bu olay duyulur da çaresiz kalmış bir kimsenin işini görmemek, üstelik bana güvendiği halde onu yüzüstü bırakmak doğru muydu? Hem, ben bu teklifi kabul etmeyip ‘Bu dünyada fazilet diye bir şey kalmamış, peygamberin ümmeti birbirine güvenmiyor bir hale gelmiş’ dedirtir miyim? dedi.

Gerçekten de son derece duygusal bir ortam oluşmuştu. Bu olaylar ve sözler gözlerinin önünde cereyan eden öldürülen adamın çocukları da yumuşamış, duygulanmış ve merhamete gelmişlerdi. Bunun üzerine onlar da davalarından vazgeçerek kısas istemediklerini söylediler. Onlara neden bundan vazgeçtiniz diye soruldu.

Onlar biz de; ‘Dünyada insanlık kalmadı, Peygamberin ümmetinin üzerine öyle bir zaman gelmiş birbirilerini affetmiyorlar’ dedirtmeyiz dediler.

Bu muhteşem tablo, orada bulunan herkesi son derece duygulandırmıştı. Herkes üzüntüden kurtulmuş hüzün, yerini tarifi imkânsız bir sevince bırakmıştı. Helalleştiler, kucaklaştılar. Böylece arkalarında insanlığa bir ibret levhası bıraktılar. Emin olan bir peygamberin ümmeti olarak bizler de bir birimizi güvenmeliyiz.”

Ne muhteşem bir ümmet, anlayış ve insanlık tablosu! “Öyle bir zaman gelmiş ki; ‘Peygamberin ümmetinden olanlar birbirine güvenmiyor’ dedirtmem” “Öyle bir zaman gelmiş ki; ‘Peygamberin ümmetinden olanlar birbirlerini affetmiyor’ dedirtmem” Şimdi asrımıza dönüp kendimizi gözden geçirip sorgulayalım. “Emin olan bir Peygamberin ümmeti olarak nerden nereye?”

Evet, günümüze dönersek, bugün kim kime güvenebilir(!) Emin olan bir Peygamberin ümmetinden olan bizler, birbirimize ne kadar güvenebiliyor ve kefil olabiliyoruz.

Bir mü'minin sözü başka bir teminat veya kefil gerektiriyorsa, o 'minin iman algısında bir yanlış, islamı yaşama noktasında bir problem vardır(!)

Böylesi bir anlayışa sahip olan bireylerden oluşan toplumda da birbirinden büyük problemlerin ard ard çıkması olağanlaşır. Günümüzde de olduğu gibi.

Maalesef öyle bir zaman gelmiş ki Peygamberin ümmetinden olanlar birbirine güvenmiyor(!) Birbirlerine güvenmeyenlerden 'Ümmet' olur mu, olmaz mı ‘bilmiyorum’ ama bu ateş çemberinden kurtulmamız için birbirine güvenen ve birbirlerini affedebilen bireylere muhtaç olduğumuzu biliyorum… Birbirine güvenen ve birbirlerini affedebilen bireylerden oluşan bir ümmeti oluşturabilenlere veya bu oluşuma önayak olanlara ne mutlu!