Mişon, gece-gündüz, sabah-akşam demeden, sürekli Allah'a yalvarırmış;
"Ey Yüce Allah'ın, ne olur Milli Piyango'nun en büyük ikramiyesini bir kez de bana çıkmasını nasip et!.." diye.
Ama öyle az-buz değil, yıllar yılı bu duayı yaparmış.
Bir gün başmelek, Yüce Allah'ın huzuruna çıkmış ve o da Mişon için yalvarmış;
"Ey Yüce Allah'ım. Mişon da senin kulun. Yıllardır hiç bıkıp usanmadan sana yalvarıyor, dua ediyor. Ne olur bir kez de bu kuluna yardımcı olsanız da, Milli Piyango'nun büyük ikramiyesinin çıkmasını nasip etseniz…"
Fıkra bu ya, Yüce Allah da, başmeleğe;
"Çıkartmasına çıkartacağım da, adam bugüne kadar hiç bilet almıyor ki!.." karşılığını vermiş.
………………
Bu çok bilinen fıkradan yola çıkarsak, Bandırma'yı ele aldığımızda, yıllar yılı üniversite kenti olmak için sürekli istiyoruz da, bir türlü bilet almayı aklımıza getirmiyoruz!..
Günümüzde, hepimiz biliyoruz ki üniversite bacasız bir sanayi sektörü.
Bir dönemler turizm için kullanılan bu deyim, artık üniversite sektörü için kullanılıyor.
Örnekleri çok. Bakınız Eskişehir… Bakınız Çanakkale…
Kentlerin en büyük geliri, ne sanayi, ne tarım, ne de başka bir şey… Tamamen ticaret… Bunun en büyük hedef kitlesi de şüphesiz üniversite… Ve tabii ki bu üniversitelerde okuyan öğrenciler.
Dediğimiz gibi yıllar yılı "Bandırma bir üniversite kenti olmalıdır…" dedik ve halen de diyoruz.
Ama sadece diyoruz. O kadar. Gerisi fısss.
Eh, fıkradaki gibi bilet almayınca da, büyük ikramiyenin çıkması mümkün değil. Biz de gereğini yapmadığımız için, üniversite kenti Bandırma için sadece bir hayal olarak kalmaktan öteye gitmeyecek.
Peki neden bilet almıyoruz? Yani neden gerekli girişimlerde bulunmuyoruz.
Çünkü, Bandırma'da öyle bir durum var ki, bunu aşmak mümkün değil. Koskoca kentte sadece ve sadece bilinen bir-iki sivil toplum örgütünün sesi çıkıyor, geri kalanının ise üzerinde adeta ölü toprağı atılmış.
Herkes, herhangi bir konuda, herhangi bir girişimi sürekli başkasından bekliyor.
"Aman, konuşup da çenemi yormayayım!.." havasında. Hele olay eyleme dönükse, "Benden uzak dursun" tavrı devreye giriyor.
Malum konu… Bandırma'da 15 yıl önce temelleri atılan üniversite kampusü, şu sıralar Allah'a şükür ki, kaba inşaatı bitmiş durumda.
Günümüzde TOKİ'nin koca koca blok apartmanlarının birkaç ayda bittiği göz önüne alınırsa, 15 koskoca yılda 4 blokluk bir kampusün bitirilememesi, tamamen ve tamamen Bandırma'nın vurdumduymazlığının hatası…
Kampus inşaatının temelinin atıldığı yıl ilkokula başlayan bir öğrenci, bugün üniversiteden mezun oldu, ama biz hâlâ ve hâlâ ne yazık ki, inşaat aşamasını bir türlü geçemedik.
Peki neden bu vurdumduymazlığı bir türlü aşamıyoruz?
Yeri geldiğinde, "Bandırma son derece genç bir nüfusa sahip, dinamikleri olan bir kent…" diye atıp, mangalda kül bırakmayanlar başta olmak üzere, sosyologlar ve de psikologlar-psikiyatristler bunu araştırmalılar mutlaka…
Ne yapmak lazım da, Bandırma'daki bir takım duyarsız dinamikleri, duyarlı hale getirmeli?
Cidden, üzerinde üniversite tezi hazırlanabilecek bir konu bence. Umarım, birisinin ilgisini çeker.
Öbür taraftan bakıyoruz, Balıkesir Üniversitesi, Balıkesir merkezde, üniversite bünyesine fakülte üstüne yeni fakülteler ekliyor.
En son da biliyoruz ki, tıp fakültesi kurmaya çalışıyor… Üstelik, ne binası ne de bir kadrosu olmamasına karşın.
Üstüne üstlük, Bandırma'da her şeyi ile tıp fakültesi olmaya hazır bir devlet hastanesi inşaatı varken…
Amaç, böyle bir fakülteyi Bandırma'ya yedirmemek, Bandırma'ya kaptırmamaktı…
Nitekim de kaptırmadılar. Ne zaman binasının kurulacağı, ne zaman kadrosunun oluşturulacağı meçhul olmasına karşın, yine de Bandırma'ya vermediler.
Hem de, Bandırma'nın gerek İstanbul'dan, gerek Bursa'dan öğretim üyelerinin günübirlik gelip gitme avantajı olmasına karşın. Siyasi otoritelerini kullanıp, Balıkesir'de kalmasını sağladılar.
Peki biz ne yaptık. Karşılığında koskoca bir HİÇ!..
En son yine öğreniyoruz ki, Balıkesir Üniversitesi'ne gelen 13 milyon YTL'lik ödeneğin, Bandırma'ya aktarılan bölümü 50 bin YTL… Sadaka anlayacağınız… Bozdur bozdur harca…
Unutmadan söyleyeyim… Balıkesir Üniversitesi'nde yeni rektör seçimleri yaşanıyordu. Prof. Bedriye Tunçsiper ile Prof. Şerif Saylan rektörlük için çekişiyordu. Hatta, Prof. Bedriye Tunçsiper ilk sırada yer almasına karşın, giden cumhurbaşkanının her zamanki tasarrufu çerçevesinde Prof. Şerif Saylan rektörlük görevine seçilmişti.
Hatta yine o günlerde Prof. Şerif Saylan'ın CHP'ye yakınlığının ve Ankara'da etkisiyle rektörlük görevine getirildiği, Prof. Bedriye Tunçsiper'in de CHP il yöneticileri ile ters düştüğü için, aleyhte bir referansla durumun aktarıldığı yerel basında çok yazılıp çizilmişti.
Henüz rektör seçimi yapılmamıştı. Bizim Fakülte Dekanı Prof. Dr. Adem Çubuk da adaylar arasındaydı. Sanırım 5-6 aday yarışıyordu. Ama ön planda dediğim gibi Prof. Tunçsiper ile Prof. Saylan'ın adı daha çok geçiyordu.
Her iki hocayı da bizzat aradım ve Bandırma için ne düşündüklerini sordum. Seçildikleri takdirde Bandırma'nın beklentilerini nasıl karşılamayı düşündüklerini öğrenmek istedim…
Prof. Bedriye Tunçsiper, Bandırma'nın fakülte sorununu çok yakından bildiğini, takip ettiğini, ancak o günün şartlarında herhangi bir söz veremeyeceğini, popülist bir yaklaşım sergileyemeyeceğini, duruma göre hareket edeceğini söyledi. Doğruyu söylemek gerekirse, bozulmuştum. Bizim beklentilerimize cevap vermiyordu çünkü...
Sonra Prof. Şerif Saylan ile de görüştüm. Şerif Hoca da Bandırma'nın sorununu yakından bildiğini, Bandırma'nın uzun zamandır ihmal edildiğini, şayet seçilmesi durumunda öncelikle fakültenin bitirilmesi için elinden gelen tüm gayreti göstereceğini, hatta daha da ileri gidip, Bandırma'ya ikinci bir fakülteyi de kazandırmak için çaba harcayacağını söylemişti.
Kendi hesabıma, geçerli olmasa da oyumu Şerif Hoca'dan yana kullanmıştım.
Ama ne bileyim, bilim adamlarının da yalan konuşacağını, gazeteciyi kandıracağını…
Yıllar yılı siyasilerin yalancılıklarına alışmıştık, ama dürüst bildiğimiz bilim adamlarına böyle bir tavrı yakıştıramıyorduk. Meğerse, onlar siyasetçileri fersah fersah geçmişlerdi.
Demek ki, bilim adamlarımızın verdiği derslerle, siyasetçilerimiz böylesine yalancı olmuşlar ve yıllar yılı bu halkı kandırmakta herhangi bir sakınca görmemişlerdi.
Bir tarafta, herhangi bir söz vermeyen KADIN bir öğretim üyesi, diğer tarafta çok şey yapacağının sözünü veren ama tutmamakta da hiçbir sakınca görmeyen ERKEK bir öğretim üyesi!..
Sonra da, halk arasında "erkek sözü" denilen bir deyim aklıma geldi… Artık hangisinin dürüst olduğuna siz karar verin…
Çünkü, Balıkesir Üniversitesi'ne gelen 13 milyon YTL'lik ödeneğin, 50 bin YTL'sini Bandırma'ya gönderen kişi Rektör Prof. Şerif Saylan!..
Hani, Bandırma'daki fakültesi inşaatının bitmesi için elinden gelen çabayı sergileyeceğini söyleyen, sözünü veren, sözünün eri olmayan da aynı kişi…
Sonra da kendisine inanılmasını bekleyen bir bilim adamı… Ne kadar üzücü bir durum.
Hani, yine adamın biri oğluna sürekli "sen adam olamazsın" diyormuş, çocuk da okumuş vali olmuş ve ilk işi de polis zoru ile babasını yaka-paça huzuruna getirmek olmuş…
Babasına kinayeli bir şekilde, "Bak baba… Sen bana hep adam olamazsın diyordun, ama gördüğün gibi vali oldum" deyince, baba bir iç çekmiş ve "Ah oğul… Ben sana vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim. Hâlâ da aynı düşüncedeyim. Eğer sen adam olsaydın, babanı bu şekilde mi huzuruna getirirdin!.." karşılığını vermiş.
Artık, yorum sizin. Demek ki, vali oluyoruz, bilim adamı oluyoruz, prof. falan oluyoruz, ama adam olmak bambaşka bir şey. Bu bir karakter meselesi… Anlaşılan herkes hazmedemiyor adam olmayı…
İşte, tüm bu gerçeklerin ışığında, bize yani Bandırmalılar'a düşen bir görev var. Siyasi partisiyle, sivil toplum örgütleriyle, basınıyla, esnafıyla, işçisiyle, memuruyla, kısacası herkesiyle, hepimiz birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmek zorundayız. Amaç, bize ait olanları alabilmek için…
Yıllar yılı Turhan Çömez, hepimize çağrıda bulundu, "Lütfen benim yanımda olun…" diye. Beceremedik.
Ama şimdi en azından Cemal Öztaylan'ın yanında olalım. Olalım ki, geçmişten ders alıp, hiç olmazsa bundan sonra elimizdekileri kaybetmeyelim.
Öte yandan, fakülte kampusünün bitmesi ile birlikte Bandırma'da 10 bin öğrencinin eğitim göreceği biliniyor.
10 bin öğrenci demek, her ay bu kentin ekonomisine yaklaşık 8-10 milyon YTL'nin girmesi demek.
Bu para evini kiraya veren malsahibinden, lokanta işleten esnafa, kazak satan konfeksiyoncudan, sinema işletmecisine kadar toplumun her kesimine yansıyacak.
Haa, yok eğer, Bandırma olarak "Bizim böyle bir paraya ihtiyacımız yok…" diyorsanız, tüm söylediklerimi geri alıyorum.
Amma, "Ne kadar güzel olur!.." diyorsanız, başta esnaflar ve esnaf temsilcileri olmak üzere, herkes başta üniversiteye sahip çıkmak zorunda.
Bu kent bilinçliliğinin yanı sıra, insanın yaşadığı kente sahip çıkmasıyla da eşdeğerdir.
Haydi Bandırmalılar… Yeter artık deyip, Bandırma'ya sahip çıkalım ve Bandırma'nın haklarını gaspettirmeyelim.
Yoksa, sadece dizimizi dövmekle avunuruz, haberiniz olsun.