- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Bile Bile Yalan…

Aramızda sık sık söylenen “Ağzı olan konuşuyor” deriz ya..
Kendine meşhur (!) tarihçi süsü veren, günümüz devirimcilerinden birinin geçenlerde yumurtladığı bir söz var ya… “Osmanlılarda okur/yazarlığın çok düşük olduğu” yalanı, safsatası ve kasıtlı tahriki yaralara tuz/biber oldu.
Tarihi, Osmanlıyı, ecdadı, maziyi bilmeyen bu cahil gibi adamlar, insanın gözlerine baka baka yalan söylemekten, iftira atmaktan çekinmezler. Kendilerini böyle meşhur (!) yaptıklarını sanan zavallılar, zır cahiller…
On bir milyon kilometrekareye hükmeden, 24 milyon kilometrekareye giden ecdadımız Osmanlı, ilk emrin “OKU!” olduğuna iman eden, bu sahada gayret gösteren ve tarihe altın harflerle başarılarını yazan bir imparatorluktu, Cihan devleti idi…Hadi oradan yalancı, devirimbaz…
Cumhuriyet istatistikleri 1927’li yıllarda, Türkiye’deki okur/yazar nispetini % 8.1 olarak verir.Bu rakam içerisinde sadece Latin harflerini bilenler değil, tüm okur/yazar olanların oranıdır.

Tarihi kaynaklara indiğimiz zaman; 1903 yılının salnamelerinde (yıllıklarında) 19.929.168 kişi olan nüfusun, 1.375.511’i talebedir. Bu sayının 868.879’u ilk mektep talebesidir. Yani, nüfusun % 5’i ilkokula devam etmektedir. Memur sayısı yüzde binleri bulur. 5/10 yaş arası çocuklar, nüfusun % 10’u olduğuna göre, her iki çocuktan biri talebedir. Yapılan hesaplamalara göre, okur/yazar nispeti % 50’den aşağı olamaz.
1908-1914 yılları arası, sadece İstanbul gazetelerinin günlük tirajı yüz binin üzerindedir. 1928de İstanbul ve Ankara gazetelerinin tirajı 19.700 dür. (Yeni rejim, yüzlerce gazeteden sadece üçüne izin verdiği halde.) Bu rakam, Osmanlı Devrinden daha düşük bir seviye demektir.

Cihan harbinde, özellikle Çanakkale’de okumuş kitlenin cephelerde eritilmesi bir yana, Harf İnkılabı sayesinde okur/yazar kesim, bir günde “Okumaz-Yazmaz” hale gelmiştir. (Bu ifade: Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’ye aittir.)
1927 yılında 13.650.000 nüfusun, okuryazar olmayan 1.347.000 kişi, on yıl içinde yeni harflerle okuma/yazma öğrenmiştir. Okur-yazarların nüfusa nispeti: 1935 de % 15, 1960 da % 32, 1970 de % 46’dır. Bu da yeni harflerin okur-yazar nispetini arttırmakta yetersiz kaldığını göstermez mi?
Aynı yıllarda Avrupa’da ki vaziyete bakacak olursak, 1890 da bu nispet Rusya’da % 17, İspanya: % 39, İtalya: % 45, Belçika: % 74, Fransa: % 78, Amerika: % 89,3 ve İngiltere: % 92 okuryazara sahiptir. Osmanlı devleti, şarklı bir İmparatorluk olmasına rağmen, kendisine en çok benzeyen Rusya’dan çok ileride, İspanya ve İtalya ile aynı seviyededir.

75 milyon günümüz Türkiye’sinde okur/yazar ve okuyan/yazanlar bellidir. Kitap baskıları ile okuyucu sayıları çok acı ve düşündürücüdür, yüzde 85 ailede kütüphane bulunmamaktadır. Bir adet basan bir kitap, beş yılda bitiyorsa, övünç olarak nitelenmektedir.Yayın formatları, politikaları, ideal ve ideolojileri belli olan gazetelerin toplam bir günlük tirajları üç milyonu geçmemektedir.

Osmanlı ve tarih düşmanlığı bize ne kazandırır, bu adamlar neyin peşindeler?
Yalan söyleyen tarih utandığı halde, bu kafalar neden utanmazlar? Ellerindeki imkânlara göre yalan söyleyen, iftira atan ve beyinleri yıkamak için gayret gösteren bu zihniyeti kimler besler?
“Ortaçağ Zihniyeti” diyerek, Osmanlı’yı, ecdadı ve maziyi kötülemek isteyen cazgır kafa yapılarında, aynı düşünceleri görüyoruz.
Zaman zaman yazdım, eserlerimde yer verdim, yine yazayım:
Ortaçağ sadece batı için karanlık, bizim için geçerli olmayan bir zihniyettir… İslâm zirvede iken; Ortaçağ Avrupası’nda leğenlere doldurulan pislikler pencerelerden sokaklara dökülüp, arenalarda insanlar diri diri arslanlara atılıyordu… Sadece İspanya’da bulunan 600 bin cilt eser ile Kurtuba Üniversitesi bütün dünyaya ilim, irfân, ışık, medeniyet saçıp insanlık ve adalet öğretirken; Avrupalı köle pazarlarından kadın satın alıyor, filozof Praoudhon’un ifadesiyle “Kadını aşağı mahluk” ilân edecek kadar vahşileşiyor; onu söz, mülkiyet, boşanma, seçme ve seçilme haklarından mahrum bırakıyordu…
Kadını bulunduğu bataklıktan çıkarıp ona “ANA” vasfını kazandıran, “Cennet’i ayakları altına seren” İslâm’ın ortaçağ zihniyeti yanında; sadece Paris’te 50 bini kayıtlı olmak üzere 100 binden fazla fahişe yaşıyordu… “Tabiblerin önceden günah çıkarması, bir hastayı tedavi etmeleri yasaktır; bu yasaya uymayanlar aforoz edilecektir.Çünkü hastalıklar günahtan kaynaklanmaktadır” şeklinde 1215 tarihinde Ppa III. Innocent, Latros Konsilinde bir karar alıp, yürürlüğe koyup, akıl ve ruh hastalarını içlerinde şeytan var diye diri diri yakarlarken; ayrı dönemde İslâm hastahanelerinde bu hastalar için müzikoterapi tedavisi yapılıyor, her müzik makamı ayır bir hastalığın tedavisinde kullanılıyordu…
14. yüzyılda Fransa Kralı’nın sadece 900 kitabı olduğu için halk tarafından Charlesle Sage (Âlim Charles) diye isimlendirilirken, Avrupa bundan sitayişle bahsederken, sadece Kahire kütüphanesinde 1.600.000 cilt, Endülüs Halifesi El-Hâkim’in 400.000, Magenta rasathanesinin yöneticisi Besreddin Et-Tuûsî’nin kitap koleksiyonu 400 bin ciltten oluşuyordu…
Maddeler halinde sıralamak istersek:

1-815’de Bağdat’da Beytü’l-Hikme’de bir milyondan fazla kitap bulunuyordu.
2- 891’de Bağdat’da binden fazla kitapçı dükkânı vardı…
3-9. yüzyılda İslâm toprakları üzerinde 11.000 kilise ve yüzlerce havra ve ateşgede bulunuyordu.
4-Halife Velid Bin Abdülmelik 8. yüzyılda fakir ve muhtaçlarla hastalara aylık bağlamış, ayrıca her kötürüm, kör ve ağır hastalara da ücretli bir bakıcı tahsis etmişti.
5-Harun Reşid’in vezirlerinden Yahya’nın oğullarından birine verilen hil’at için hazineden ayrılan para 400 bin altın idi…
6- Endülüs’te, şehirler sıcak yaz günlerinde havaya püskürtülen ve merkezi bir sisteme bağlı olan basınçlı soğuk hava ile soğutuluyordu.
7- El Battânî, dünya ekseni ile yörünge düzlemi arasındaki eğimi 23’35” derece olarak hesaplamıştı (günümüzde bu ölçü 23’, 27” derece olarak belirlenmiştir.)
8- Uluğ Bey, güneş yılını 14 saniyelik hata ile ölçmeyi başarmıştır.
9- El Mutedid’in saray ahırlarında 9000 at, deve ve katır bağlanmıştı.
10- Bağdat’taki Halife sarayında 22 bin yer halısı ile 12.500 tanesi ipek olan 38 bin duvar halısı vardı…
11- El Muktefi’nin yaptırdığı Tac Sarayı’nın bahçesi 20 km2 idi. Bu sarayın bahçesindeki gölde altın ve gümüşten yapılmış bir ağaç vardı. Ağacın gümüşten dal ve yapraklarına gümüş kuşlar tünemişti. Bunların gagalarından mekanik sesler çıkıyordu.
12- Halife Harun Reşid’in Şarlman’a gönderdiği hediyeler arasında bulunan çalar saatin, Alman halkı büyülü olduğuna inanmıştı… Saat çaldığı zaman, kral kaçacak delik aramıştı…
13- 12. yüzyılda Bağdat’ta 27 bin hamam, 4 bin cami, 30 bin tuğla imalathanesi bulunuyordu. (O zamanlar hayranı olduğumuz Avrupalı ve Batılı; hamamın ne olduğunu bilmiyor, yıkanmıyordu. Meydana gelen pis kokuları gidermek için çeşitli maddeler kullanıyordu… Kozmetik sanayi bundan dolayı ilk defa Avrupa’da icad edilmiştir.)
14- Endülüs’te, Kurtuba kütüphanesindeki 600 bin cilt kitabın katalogları 44 cilt tutuyordu. (Bu eserler maalesef İspanya’nın, Müslümanların elinden çıkmasından sonra Dünyanın diğer ülkelerine kaçırılarak, kendilerine maledilmiştir. Çeşitli icad, keşif ve bütün ilmi kariyerler bu eserlerden alınarak, kendi mallarıymış gibi dünyaya ilân edildi, tabiri caizse hırsız ev sahibini bastırdı…)
15- Halife Harun Reşid Ankara’yı zaptettiği, Halife El-Me’mûn da Bizans İmparatoru Michel III’e karşı zafer kazandığı zaman, savaş tazminatı olarak düşmanlardan eski el yazmalarını istemişlerdi.
16- 10. yüzyılda yaşamış olan Sabib İbni İbad isimli bir bilginin, bütün Avrupa kütüphanelerinde bulunan miktarda kitabı vardı.
17- 1178’de Halife Muntasır’ın Bağdat’ta kurduğu koleje, dersi en fazla ilgi gören profesörlerden biri Shaika isimli bir kadındı.
18- 1395’de Paris Üniversitesi Tıp Fakültesi Kütüphanesi 9 kitaptan oluşuyordu. Bunlardan biri de Razi’ye ait bir tıp kitabı idi…
19- 10. yüzyılda Irak’da Necef gibi küçükbir şehirde bir milyondan fazla kitap bulunuyordu.
20- Bir hekim, kendisini sarayında yaşamaya davet eden Buhara hükümdarının davetini reddetmişti. Çünkü sadece kütüphanesini nakletmek için 400 deveye ihtiyacı vardı.
21- Ptolemais coğrafyasını düzenleyerek basan Servetus, Calvin tarafından “Musa’yı yalancılıkla suçladığı ve Ruhu’l-Kudüse hakaret ettiği” gerekçesiyle diri diri yakılmıştı. Servetus’un suçu bu kitapta, Kenan ilinin “Süt ve bal” ülkesi değil, kurak ve çorak bir memleket olduğunu yazmasıydı. (demokrasi, insan hakları, bilim ve çağdaşlıktan bahseden batı ve batı zihniyeti yobazlarının kulakları çınlasın…)
22- Giyotin icadından önce Fransa’da sahtekârlar ve kalpazanlar kaynar suya atılıp diri diri pişirilmek suretiyle öldürülürdü. (Medeniyet ve sosyal adaletten bahsederek “Dünya Af Örgütü’nü kurmak suretiyle başkalarının iç işlerine karışmayı ilericilik sayan ve insan haklarının savunucusu kesilen Ortaçağ düşmanlarına ne demeli?..)
23- Yüzlerce yıllık Aztek Medeniyeti (Meksika) İspanyol işgalciler tarafından 1518-1521 yılları arasında 3 yıl içerisinde tamamen ortadan kaldırılmıştı. İspanyol Komutan Hermen Cortez, ele geçirdiği Aztek esirlerini diri diri kebab yaparak öldürüyordu…
24- Bağdat’ta 790’da kurulan ve 11 üyeden oluşan bir kulübün üyeleri şu inanç ve dine mensuptu: 3 Sünni, 1 Şii, 1 Harici, 1 Hristiyan, 1 Yahudi, 1 Materyalist, 1 Maniheist, 1 Zerdüşt, 1 Sabii…
25- Sicilya’nın Palermo şehrinde 300 cami bulunuyordu. Bunlar arasında 7 bin kişinin cemaat namazı kılabileceği büyüklükte olanlar vardı. (Dünyanın en büyük ahlâksızlık ve kumar oyunlarının günümüz dünyasında kol gezdiği ve Türkiye’den de özel olarak kumar oynamak ve şarap içmek için buraya turlar düzenlendiği asrın anlayışı ile Ortaçağ Sicilya’sına bakınız… Ortaçağ düşmanlığı ne için yapılıyor, daha iyi belli olacaktır…)
26-1000 yılında El-mavsilî, Bağdat’ta kataraktı içi delik bir iğne yardımıyle emerek tedavi etmeyi başarmıştı. Aynı ameliyat Batı’da 846 yıl sonra başarılabilmişti…
27- Hayfa şehrini ele geçiren Haçlılar, şehri savunan Müslümanları ve bütün şehir halkını daha emin bir yerdir diyerek, şehir meydanına diktikleri muazzam bir haçın etrafına toplamışlar ve daha sonra hepsini kılıçtan geçirmişlerdir… (Hümanist zihniyet sahibi Batı hayranlarının kulakları çınlasın…)
28- 24 Ağustos 1574’de Saint-Barthelmy bayramında Paris’te, Katolik Hristiyanlar 40 bin Protestan Hıristiyan’ı katletmişti… 1421’de Hollanda’lı bilgin Hermann ve Risvik, İbn Rüşd felsefesini savunduğu için Lahey’de yakılmışlardı… (Rönesans ve Reform hareketlerini kurtarıcı olarak gösteren Bâtıl zihniyetin, ortaçağ İslâm Dünyasına ne için düşman kesildikleri belli olmuyor mu?...)
29- Engizisyon mahkemelerinde 1481-1805 yılları arasında 20 bini diri diri yakılmak suretiyle toplam 340 bin kişi ölüme mahkum edilmişti… Brivoit, Hıristiyanlığın yayılması sırasında Avrupa’da öldürülen insanların, tarihçiler tarafından 7 ile 15 milyon arasında tahmin edildiğini söylemişti… (İşte Batı’nın ve Avrupalının gerçek yüzü… İşte hayran kaldığımız mimsiz Batı Medeniyetinin gerçek manzarası…)
30- Endülüs’te GIRNATA şehrinin bütün Hıristiyan nüfusu (500 kişi arasında) kendi istekleriyle topluca Müslüman olmuşlardı. İhtida eden Hıristiyanlar 200 bin dolayında idi… O tarihlerde Hıristiyanlar göğüslerinde haç olduğu halde camiye gidip Müslümanlarla rahatça sohbet edebiliyorlardı… Pek çok gayri Müslim, Emevi ve Abbasi Devletlerinde bakan seviyesine kadar yükselebilmişlerdi… (Dün İslâm’ın, Osmanlı’nın uşağı Batılı bugün bize hükmetmek istiyorlarsa, AB’ye girebilmemiz için kapılarında bir uşak gibi bekliyor, dilencilik yapıyorsak; gerçek nedenleri bilmek, öğrenmek mecburiyetindeyiz..)
31- Orta ve Yeni çağlarda domuzlar, boğalar, atlar, köpekler, kediler ve daha pek çok hayvan, aynen insanlar gibi mahkemelerde yargılanıyor ve genellikle de boyunlarından geçirilen bir iple ağaca asılarak öldürülüyordu. Ele geçen belgelerden Fransız ihtilali sırasında, ihtilalcılara havlayan bir köpeğin yargılanıp idam edildiğini öğreniyoruz. Yine Fransa’da bir bölgeyi basan çekirge ve Mayıs böcekleri yargılanmış, o bölgeden sürülmelerine karar verilmişti. Sanık avukatının mahkemede okuduğu müdafaaname altı sahife tutuyordu. Yine İsviçre’nin Basel kentinde yeşil yumurta yumurtlamış bir tavuk, kılık değiştirmiş şeytan olduğuna hükmedilerek idam edilmişti. Ortaçağda cezaya çarptırılmış bir suçlu, şahitler önünde Kralın elbisesine dokunup öpebilirse affedilmiş oluyordu… (1961’de bir İtalyan mahkemesi 75 evcil güvercini Libya’ya para kaçırmak suçundan ölüme mahkum etmişti.)
Osmanlı böyle bir medeniyeti teslim aldı, devam ettirdi, insanlarını ilim/irfan/ahlak/imanda zirvelere taşıdı.
Gel şimdi bu gerçekler karşısında yalan söyle, iftira at, yaygara kopar.
Osmanlı dönemini karala bakalım ne kazanacaksın? İmanları tehlikede, kafaları boş, değerlerinden uzak, kurtarıcı arayan, feryat nesline ne vereceksin?