- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Belleğimin Penceresi

İlk izlediğim Nuri Bilge Ceylan filmi “iklimler” di. Hiç beğenmemiştim, hemde hiç. Sürekli içinde bildik, bana öğretilmiş, o güne değin izlediğim filmlerde olduğu gibi bir gelişim – devinim beklemiş durmuş, dolayısı ile de filmin yarısından sonra sıkılmıştım. Ama – sizde varmı bilmiyorum – bende izlediğim bir filmi – ne kadar kötü oynanmış, hikayeleştirilmiş veya çekilmş olursa olsun – yarıda bırakamamak ( bırakmamak ) gibi bir huy var. Can çıkar huy çıkmaz derler ya işte o cinsten. Sonuna kadar izledim ve film bittiğinde kendi kendime şöyle dedim; “e e e ? ne oldu şimdi?”. Belleğimde bir iz bırakmıştı ama sadece bir iz, o kadar. O filmi bir kez daha izlemeyi hiç düşünmemiştim, ta ki Ceylan’ın “uzak” ve sonrasında “üç maymun” unu izleyene, çektiği fotoğrafları görene değin.

Benim düşünceme göre insanlar bilgilendikleri oranda belleklerinde pencereler yani değişik bakış açıları oluşur. Ve empati dediğimiz şey bu pencerelerin en önemlilerinden biridir. Yani sizden gayrı birinin bir şeyi ne düşünerek ve ne hissederek yaptığını; özündeki – geneldeki – görüşünü yakalama – anlama yöntemi.

İşte “uzak” ve “üç maymun” u izledikten sonra belleğimde yeni bir pencere açıldığını fark ettim. Ve o pencereden bakınca herşey, hemen hemen herşey anlamsal olarak devindi ve taşlar yerine oturuverdi.

Usta zamanı bir bütün olarak görüyor, bölmüyor, bükmüyor, yorumlamıyor, sadece küçük bir kesitini alıyor ve aynı durulukta aktarıyordu. En önemli özelliği ise doğaldı, yani olduğu gibiydi. Peki neden bu kadar etkileyiciydi? Bunu bir süre düşündükten sonra buldum. Çünkü yaşam kendi başına zaten olabildiğince güçlüydü. Sinema denen sihir, içindeki her teknik ve altyapısal üstünlükle buna hizmet etmeli ve bunu zedeleyecek, eğecek, bükecek, başka bir şekle sokacak herşeyden kaçınmalıydı. İzlerken ne oyuncunun, ne müziğin, ne teknik özelliklerin bunun dışına çıkmaması gerekiyordu. Yönetmen egosunu bir kenara bırakıp o hikayeye hizmet etmeye çalışmalıydı. İşte usta da bunu yapıyordu. Oyuncuları seçerken özellikle oyunculuk kökünden gelmeyen veya oyunculuğun amatör ruhunu kaybetmemiş olmalarını koşul olarak koyuyor, oyuncunun hikayeden düşünsel olarak değil duygusal olarak etkilenmesini istiyordu.

İşte tüm bu özellikleri Nuri Bilge Ceylan filmlerinde görmek olası. Her birinin ortak özelliği bu. Filmdeki herşey hikayeye hizmet ediyor. Yani hikayenin dışına hiç çıkmıyor. İzlerken hiç kopmuyor, aynı oranda film izliyor olduğunuzu da fark etmiyorsunuz. Öylesine doğal, yapmacıksız ve gerçek ki, film bittikten sonra hikaye sizinle geliyor, hayatınızdaki fotğraflara bulaşıyor, siz de hikayenin bir parçası oluveriyorsunuz. Ama bu her zaman söylenen “ bizden biri” veya “beni anlatıyor” gibi bir şey değil. Hikayenin tamamı, yani mekanlar, renkler, karakterler, konuşmalar,herşey bir bütün, içinden herhangi birşey almıyor, bütününü görüyorsunuz. Ve o bütün, bir bütün halinde beyninize ve yüreğinize giriyor. Ve bence gerçek sihir de bu.

Bu arada Nuri Bilge Ceylan filmlerine “ entel – dantel” yakıştırması yapan aklı evvel lere söyleyecek birkaç sözüm var.

Bakın bence yaşam denen olguyu, bilgi ve bilinç ile doldurup duyarlılığınızı her ne olursa olsun kaybetmediğinizde algınız size her ayrıntıyı sunar. Bu altyapıyla bezenmiş bir algı sedece “ iyi” sanat eserlerini değil, yaşamın tamamını doğru algılamamızı getirir.

Hatta isterseniz şöyle söyleyelim.

Bir heykele veya çıplaklıkla ilgili herhangi bir “sanat” eserine baktığınızda oradaki çıplaklığı bir cinsellik varoluşu olarak değil, bir bütünün olması gereken parçaları olarak görürsünüz ve tabiki küfür etmez, o kadar alçalmazsınız çünkü herkes bilirki sanatsal çıplaklığı cinsel çıplaklık olarak gören göz ruhunda sadece cinsel açlık taşır ve yanar tutuşur.

Bilinciniz algınızın rehberi olsun

Mavi Günler