- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Batılılaşmaya İlk Ayak Koyan Levent

Bilimsel devrimi gerçekleştirip o günden bugüne dünyayı peşinden koşturan Modern Batı karşısında konuşlanmamızda tarihimizin en önemli etkin ve belirleyici olayıydı Lale Devri.
On ikiyıl gibi kısa sürede bir çok imar faaliyetlerinin buna parelel eğitim ve bilimsel çalışmaların gerçekleştirildiği bu dönem ilk Batılılaşma sürecimizdi.

Batılılaşma olarak açıkça adı konulmayan bu dönem Avrupa'dan getirilen lalerden dolayı lale devri diye anılmıştır. Yirmisekiz Çelebi Mehmet elçi olarak Batıyı incelemek, diğer anlamda örnek almak amacıyla Avrupa'ya gönderilmişti.

Bir yıl boyunca Avrupa'yı gezen Çelebi Mehmet, tüm bunları "sefaretname" adıyla raporlaştırıp III.Ahmet'e sunmuştu. Çelebi Mehmet'in sefaretnamesinde anlatılanlar doğu hayalciliğimiz ve sanat anlayışımızda eklenerek mimari yapı olarak İstanbul'da uygulanmaya başlayacaktı.

Nevşehirli İbrahim Paşa'nın öncülüğünde adı Batılılaşma olmayan ilk Avrupalılaşma hareketlerine girmişti Devlet-i Osmani. Yüzlerce yıldır edindiği büyüklük, üstünlük, güç ve kudret ve özellikle din-i mübin-i islamı bayraklaştıran devletin bu anlayıştaki halk tabanlı asıl gücü, gavurun üstünlüğünü kabullenme olarak okuduğu bu hareketleri kesinlikle benimseyip kabullenmedi. Batı bilimsel çalışmalarından uzak, din ilimlerini bile kuru tekrarla sürdüren ilmiye sınıfı da bu olanları kabullenmiyor ve içine sindiremiyordu.

Anadoludan gelme çıplak bir insan olarak Damat İbrahim Paşa'nın bu etkin faaliyetleri çok yakın çevresinde -onu acımasızca yok etme amaçlı- siyasi rekabete neden olmuştu. Padişahla çok iyi uyum sağlayan İbrahim Paşa, doğal olarak rakiplerinin hedefi haline gelecekti. Sadrazam ve Padişah uyum ve elbirliğiyle İstanbul'da Batı etkili harika bir imar faaliyetini başlatacak; şehri batılı anlamında görüntüye kavuşturacaktı. Matbaanın kurulması ve mimari yapılarla birlikte kütüphanelerin açılması, fabrikaların kurulmasıyla ilk defa Batılılaşma adına dört başı mamur faaliyetlere girmiştik. Savaşın yerine barışın tercih edilmesi, mutlu, mesut ve huzurlu bir toplum hedefi, doğal olarak masum eğlence ve eğlence mekanlarını da beraberinde getirmişti. Halka açık parklar, bahçeler kurulmuş; yalılarda sazlı sözlü eğlenceler yaygınlaşmıştı. Bir yandanda eğitim faaliyetleri kurulan kütüphanelerle teşvik ediliyordu. İlk tercüme faaliyetleri matbaanın kurulmasıyla bu dönemde yapılmıştı.

Bilimsel devrimi gerçekleştiren Avrupa karşısında başka alternatifimiz olmayan Batılılaşma adına çok iyi bir başlangıç yapılmıştı. Avrupa'da o zaman bilimsel tekamülünün henüz başındaydı. Onları yakalama şansımız çok fazlaydı.

Kendini yenileyememiş ilmiye sınıfının mutaassıp Avrupa yaklaşımı ile birazda Batı'nın dolaylı yoldan etkisiyle bir daha "batılılaşma" olarak polemiği ortadan kalkmayacak "ilk batılılaşma" faaliyetimize öne çıkarılan bir Osmanlı Leventi maalesef ayak koyacaktı.

Uzun süre leventlik ve yeniçerilik yapan Patrona'ya bu ismi, arkadaşları lakap olarak vermişlerdi. Kaptan-ı Derya’nın üç yardımcısından biri olan Patrona adıyla bir ilgisi yoktu. 1720′de Vidin’de bir ayaklanmaya önderlik eden Patrona, İstanbul’a geldikten sonra pek çok yeniçeri gibi esnaflık, tellaklık yapmaya başladı. Son durumda sokak sokak dolaşarak yüksük, iğne ve iplik satıp, akşamları ise kazandığı parayı Galata meyhanelerinde harcayarak hayatını sürdürüyordu. Bu sırada bir cinayet işlemişti, Galata Voyvodası tarafından tutuklanmasına rağmen Kaptan-ı derya Mustafa Paşa’nın araya girmesiyle bağışlanmıştı.

Böyle birinin baştan itibaren bir isyanı detaylı planlayıp uygulaması biraz zor görünüyor. İsyanı başlatmak için doğru bir isimdi. Üstelik Vidin'den bu konuda tecrübeside vardı. Gerçek olan, Patrona lakaplı bu eski Osmanlı Leventi, çevresine topladığı bir grup şakşakçısısıyla koca bir imparatorluğu sarsacak bir isyanı başlatacaktı.

Devletin İran'la sorunu vardı. Padişahın İran seferine çıkması zorunlu ve halk tarafından bekleniyordu. Padişah maiyetiyle birlikte Üsküdar'a geçmiş ve ordu hazır olmakla birlikte iki aydır beklenen sefer gerçekleştirilmemişti. Barış yanlısı olan devlet yönetimi İran'la sorunu diplomasi yoluyla çözmeyi hedefliyordu.

Muhtemelen İran'a elçiler gönderilmişti. Ancak isyanın derin gücü, fırsatı iyi değerlendirecek ve Tebriz'in İran tarafından alındığı haberi İstanbul'da yayılacaktı.

Patrona Halil bir avuç elebaşısıyla isyanı başlatmıştı. Asayişi sağlaması gereken Yeniçeri Ağası Hasan Paşa, bu isyana önce müdahale eder gibi görünmekle birlikte isyan biraz büyüyünce tabir caizse korkmuş ve kaçmıştı. Cesaretli davransa, gerekli tedbirler önceden alınmış olsa, isyanın büyüme imkanı olmayacaktı ve başlamadan sona erdirilecekti.

Belirttiğimiz üzere isyan, iki baldırı çıplakın işi olmayıp devletin bir damarının baştan beri planlı olarak uyguladıkları bir hareketti. Burada ilmiye sınıfı çok etkin rol oynamıştı. Ve bizce kesinlikle bir dış etken faktör ve yönlendirmesi de mevcuttu.

Batılılaşmaya hayır deniyordu ama devletin içine düştüğü duruma alternatif bir çözümleri de yoktu. Miadını doldurmış doğu eğitim sistemi ve bilim anlayışıyla kafiri yakalamak ve üstün gelmek artık çok zordu.

Batılılaşma, devletin önünde tek alternatifti. Adı Batılılaşma olmayan sonrakilere göre çok masum bu harekete, dini hassasiyetli derin kamuoyu o gün hazır değildi ve küçük bir kıvılcım bu hareketi sona erdirmeye yetmişti.

Padişah III. Ahmet'in, hareket büyüyünce Üsküdar'dan gecikmeli olarak saraya dönmesi isyanı sonlandırmayacaktı. İsyan amacına ulaşmıştı. İsyancılar, başkan Patrona Halil, yardımcıları Muslu Beşe ve Emir Ali ve kolbaşı, kurmaylar olarak Ali Usta, Karayılan, Çınar Ahmed, Oduncu Ahmed, Derviş Mehmed, Erzurumlu Mehmed, Küçük Muslu, Kutucu Halil, Sadrazam Damat İbrahim Paşa ile birlikte 37 kişinin kellelerini istediler. Saray, Sadrazam İbrahim Paşa ve damatları Mustafa Paşa ile Mehmed Paşa'nın cesetlerini isyancılara gönderdikleri halde isyancıların istekleri sonuçlanmıyordu. Sultan III. Ahmet'in tahttan indirilmesini istediler. Sultan, kendi ve ailesinin can güvenliği karşılığında tahttan inecek ve yerine I. Mahmut getirilecekti.

Sonunda devlet duruma hakim olmuş görünmekle birlikte Patrona Halil, devletin en tepesinde biri edasında, her şeye müdahil oluyor; yandaşlarını resmi görevlere getiriyordu. Patrona Halil, İstanbul Kadısı olarak Müderris İbrahim'i, Yeniçeri Ağası olarak eski yoldaşı Nişli Kel Mehmed'i ve Sekbanbaşı olarak Urlu Murteza'yi atamıştı. Patrona'ya ayaklanmadan önce borç vermiş ve ayaklanma sırasında kredi sağlamış olan Yanaki adlı bir Rum kasap Buğdan Voyvodalığı'na kâğıt üzerinde atanmıştı. Patrona, Padişah'ın 10 bin altın maaşla nerede isterse vali olması teklifini reddetmişti.

Batılı yaklaşımla kurulan dörtbaşı mamur meşhur "sadabatı" da isyancılar yakmak istediler. Sultan I. Mahmut buna razı olmamakla birlikte yıkılmalarının önüne de geçemedi. İsyanı düzenleyenlerce uzun bir süreçte Batılılaşmaya karşı alttan alta doldurulan isyancı elebaşıları ve onlara katılan halk hareketiyle bir anda köşkler, cennet bahçesi gibi yerler yıkılıp yağmalanmış ve tam anlamıyla harabeye döndürülmüştü. Bu hengamede olan devrin meşhur şairi Nedim'e olmuştu. Damdan dama atlarken düşüp öldüğü söylenen bu meşhur şair o günden sonra kaybolmuştu. Ona, "Bu şehr-i Sıtanbûl ki bî-misl-ü behâdır - Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır" dizelerini söyleten Lale Devri imar faaliyetleriyle daha da güzelleşen İstanbul olmalıydı.

Devlette taşlar yerine oturmuş, isyan şoku artık atlatılmıştı. Bir türlü defedilemeyen Patrona ve ekibinin artık ortadan kaldırılması zorunluydu. Akıllı bir planla saraya getirilen Patrona ve adamları teker teker ortadan kaldırılarak bu korkunç isyana son nokta konulacaktı.

Bir Osmanlı Leventi, koca imparatorluğun birden gevşeyip o gün "kafirleşme" olarak görülen Avrupa yakınlaşmasına dur diyordu. Bu, Batılılaşma anlamında değişimin öyle tepeden kolaycacık olmayacağınn da ifadesiydi.

Devlet-i Aliye, "batılılaşmadan" hiçbir zaman vazgeçmeyecekti. Ama bunu, yüzyıllarca kul olarak gördüğü dini hassasiyetleri çok yüksek halkını ve Batılı düşünmeyen devlet adamı ile aydınını ikna etmeden de yapamayacaktı. Cumhuriyete kadar bunun çok güç olduğu aşikar olmuştu.

Asıl sorun, "batılılaşmanın" ölçü, ne dereceliği ve yordam ve yöntemindeydi. Bugün hala "batılılaşma" yolundayız ve hala bir çözüm açık net ve yerli yerinde ortaya konulmuş değil.

Lale Devriyle başlayan "batılılaşma" sorunumuz çözülmedikçe ülke sorunlarımızda bitmeyecektir.