content
02 Eki

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Kızmak

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a kızmak…

İnsanları eleştirmek kolaydır. Hele bir de koltuklara oturup hiçbir karşı fikir üretmeden, yapıcılık adına farklı projeler ortaya koymadan ahkâm kesmek çok daha kolaydır. Şu an ülkemizde yapılan da bu! Hoş, geçmişteki tablo da şimdikinden farklı değil.
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet Devrimleri’ni yarattığında bunların kendi çıkarlarıyla bağdaşmayacağını düşünenler muhalefet yapmamış mı? Tarihe geçen kayıtlardan da görülebileceği gibi Devrimlerin kabulü hiç de kolay olmamış. Saraçoğlu Hükümeti’nin ‘Toprak Kanunu’na muhalefetinden dolayı CHP’den ihraç edildikten sonra halka, oyunun gücünü ilk kez tattıran rahmetli Adnan Menderes’in akıbetine ne demeli? Ülkeye getirdiği yeniliklere rağmen tartışmaya fazlaca açık suçlamalarla idam sehpasına çıkartılmasının izahını yapmak mümkün değil. Sorgulanması yasak olan ve dahi ‘bayram’ ilan edilen darbelerle gölgelenen siyasi tarihte, Boğaz Köprüsü’nü ‘İstemezük’ nidalarıyla karşılayıp Süleyman Demirel’i eleştiri yağmuruna tutanları da gördü bu millet… İkinci köprü, döviz serbestîsi, Avrupa’ya açılım gibi yeniliklerin yanı sıra ‘Benim memurum işini bilir’, ‘Anayasa’yı bir defa da biz delsek ne çıkar?’ sözleriyle tarihe geçen Turgut Özal misyonunu da! Kısacası Türkiye’de her yenilik peşinde koşan, artısıyla eksisiyle çağı yakalamaya çalışan, üretken olmayan muhalefetin yumruğuyla ezilmeye çalışılmış. Seçim sandıklarında elenemeyenler, darbelerin balyozuyla alaşağı edilip sindirilmiş. Halkın oylarıyla iktidara taşınanlar, halkın oyları hiçe sayılarak, yönetim oyunundan azledilmiş. Velhasıl bu ülkede iktidar olup da muhalefete yaranmak imkânsız!
Geçmişten günümüze…
1960 darbesini bilmem ama 1980’i hatırlarım. 12 Eylül sabahı, radyodan gelen gür sesle uyanmıştım. ‘Bu askerin türküsüdür. Artık onlar yönetimde’ diyerek, durumu izah etmişti önceki darbeden duruma aşina olan babam. Beni ilk etkileyen sokağa çıkamamak olmuştu. En çok düşündürense, bir gün önce annemin kuyruklara girerek aldığı yağın birden bire bollaşması! O dönemden aklıma takılan ve çocukluktan bugüne hala cevaplayamadığım soruysa, her tarafta boy gösteren anarşinin nasıl olup da 12 Eylül itibariyle bıçak gibi kesildiği… Neyse bunlar derin konular. Darbe devrinin artık kapandığını düşünüp bir daha açılmaması dileğiyle gelelim Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı beğenmeyenlere…
Neymiş efendim, hükümetin yarattığı ortam Atatürk İlke ve İnkılâpları’na aykırı bir düzene geçişin başlangıcıymış! Burada soluklanıp sorgulamak gerek. Bir ülkedeki yerleşik düzeni yıkmak bu kadar kolay mı? Cevap, ‘Evet’ ise o zaman hiç düşünmeye değmez. Çünkü o hararetle savunulan kavramlar zaten asla tam olarak benimsenmemiş demektir. Ayrıca Kurtuluş Savaşı yıllarının uzantısındaki yaptırımların günümüzde hala bir bütün olarak kalması da, değişen dünya konjonktürleriyle bağdaşamayacağını unutmamak lazım. Üstelik büyük çoğunlukla iktidara gelen ve oylarını artırarak bunu sürdüren bir Genel Başkan var bugün iktidarda. Yani yaptığı her şey halkın büyük kısmının iradesiyle örtüşmekte… Bu da gösteriyor ki, başta CHP olmak üzere muhalefetteki partiler halka inmekte yetersiz! Cumhuriyet Devrimleri’nin, halkın dışarıda kaldığı balolarla ya da bir takım hamasi söylemlerle ayakta tutulamayacağı ne yazık ki hiç görülememiş. Halk, anlayacağı dilden konuşan; inancını dilediği gibi yaşayıp gönlünce giyinmesine olanak tanıyan; Marmaray, Çılgın Proje gibi icraatlarla göz dolduran lider istiyor. Tarihin kahramanlıklarına çakılı ezber söylemler, özellikle yeni nesillere artık cazip gelmiyor. Globalleşen dünya düzeninde Türkiye’de klişe muhalefeti sürdürmekte ısrarcı olanlar da, Başbakan’ın ve partisinin itibar hanesini kabartmaktan ve seçim pusulalarında ‘tabela partisi’ olarak yer işgal etmekten öte bir işe yaramıyor.
Darbelere alkış tutanlar demokrasiyi nasıl sağlar?
Bugünün kısır döngüsüne nasıl gelindiğini anlamak için siyaset seyir defterinin ilk sayfalarına göz atmak gerek. ‘Ebedi Şef’ Atatürk’ün vefatının hemen ardından, ‘Değişmez Başkan’ seçilerek ‘Milli Şef’ unvanını alan ve bunu 1946’ya kadar taşıyan İnönü iktidarı yokluklar dönemi! ‘Köy Enstitüleri’nin olumluluğu dışında, fiyatları artan tüketim malları, Aşkale sürgününe sebep olan Varlık Vergileri… Tüm bunlar 2. Dünya Savaşı’nın getirdiği vesikalı yaşamla birleşince ortaya çıkan manzara hiç de iç açıcı değil! 1945’e doğru daha da kötüleşen gidişatla umut kapısı olmaktan iyice uzaklaşan CHP, halkın Menderes’e yönelmesindeki başlıca sebep… DP’nin kurulmasıyla telaşa kapılıp, sendikalaşma vs. gibi göstermelik demokratikleşme hamleleri yapan CHP, bunlara rağmen halkla bütünleşmekten çok uzak. İktidar gücünü korumak için seçim tarihini bir yıl erkene alıp rakibine koltuk şansı tanımamaya yeltenen ancak başarılı olamayan partinin sonraki yıllarda sergilediği tablo aynı yetersizlikte. Halkı kucaklama yönü, seçim meydanlarındaki nutuklardan ibaret kalan bugünün ana muhalefetinin geçmişteki ‘Şartlar tamam olduğunda milletler için ihtilal, meşru bir haktır’ sözü demokrasiye bakış açısına bir karine! Seçilmişe karşı ihtilalı, demokrasiyle aynı kefeye koyan zihniyetin asıl dışa vurumu, darbe sonrası İnönü’den Cemal Gürsel’e giden tebrikte görülmekte… ‘Memleket ve millet için hayırlı bir iş yaptınız. Başarınız için emrinizdeyim Paşa Hazretleri’ sözlerinin demokrasiyi gerçek anlamda isteyen zihniyetlerle bağdaşamayacağı aşikâr! Bu da ülkemizde, gelişmişlik düzeyinde özgür bir yönetimin asla ve asla tesis edilemediğinin göstergesi! Nitekim rahmetli Adnan Menderes, idam edilmeden önceki son mektubunda durumu çok güzel izah ediyor…
‘‘ Sizlere dargın değilim. Sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendinizi yine de 1950’de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek Adnan Menderes’in ölüsü ebediyete kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen duam (bu kelimenin üzeri çizilip merhametim yapılmıştır) sizlerle beraberdir.’’
Çözümsüzlükten nemalananlar çözüm üreteni sever mi?
Bu tablonun ışığında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yaptıklarından dolayı kızanlara soruyorum… O ve ekibi, beğenin ya da beğenmeyin, projeler üretiyor. Darbelerin bir daha olmaması için gayret gösteriyor… Duble yol, diyor… ‘One minute’ sloganıyla, prim yapıyor… Orta Doğu gezileriyle, liderliğini konuşturuyor… Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve benzeri ilginç kazaların üstüne gidiyor… Komşularla iyi ilişkiler kurup ‘kavgacı ülke’ imajından kurtulmak için atılımlar gerçekleştiriyor… Bunları halka sunmayı ve reklamını yapmayı çok güzel beceriyor. Vatandaş da bu coşku seline kapılıp, tüm zamları ve olumsuzlukları unutup oylarıyla kendisini destekliyor. O ve ekibi bunları bir şekilde başarıyorsa suçlayıp taşlamak mı lazım? ‘Ödenen bedel’ diyenlere cevap: Bedelsiz yapabilene bu milletin kolları açık!
Hükümet’e yöneltilen eleştirilerin başında, dış güçlerin kuklası olması yani daha açık ifadeyle vatan satışçılığı gelmesi de yadırganacak bir durum aslında. Cumhuriyet, AKP iktidarıyla mı kuruldu da gelinen noktanın tüm sorumluluğu onlara yıkılıyor? Yakın tarihe bir göz atanlar bağımsızlığımızın Atatürk’le birlikte rahmetli olduğunu ve bu sürecin, 2. Dünya Savaşı sonrası Boğazlar için bastıran Sovyetler Birliği’ne karşı Amerika ve Nato’ya yanaşıldığında başlatıldığını görecektir.
Kore nere, biz nere… O topraklarda yabancıların keyfi uğruna pek çok Türk erkeği şehit düşmedi mi? Biz Kore’de Amerikan kapitalizminin daha iyi yerleşmesi için savaş vermedik mi? Göz boyamacı Marshall yardımıyla bu ülkenin ekonomisi dışa bağımlı hale getirilmedi mi? Avrupa Birliği’ne girmeden imzalanan Gümrük Birliği ya da ‘bir koyup üç almayı’ beklerken uç uç böceği haline geldiğimiz Irak günleri ne çabuk unutuldu? Balkan Savaşı’nda Bulgaristan’a karşı Alman Subayların taktiğiyle hareket eden Osmanlı Sarayı’nın, Bulgarları bize karşı kışkırtanların başında Almanların geldiğini umursamaması gibi, bunlar da balık hafızalarına yollandı herhalde. Yoksa tüm bunlardan da mı AKP iktidarı sorumlu?
Bu basit sorularla bile ortaya çıkan durum, AKP iktidarına dek kimsenin gidişatı düzeltmeye yeltenmediği! Şu hep kınanan ama nedense iktidara gelindiğinde birden unutulan ‘seçim barajı’ gibi konulara diğerlerini engellemek adına sıcak bakmayan Meclis partileri, ülkemizi gerileten ve birilerinin işine yarayan terör konusunda da yıllardır ortak bir çözüm arayışına girmemekte. Sürekli iktidarı eleştiren ve fiiliyatta boşluğun ötesine geçemeyenlere soruyorum… İktidarı bastırmak için ne gibi hamleler sergilediniz? Ucu eldeyken çekilemeyen ipi atmak ya da Madımak’taki insanların yanışını seyrederken suskun kalmak mı icraat? Yoksa isimler üstünden söz dalaşı yaratmak mı? Olmadı, üniversite gençlerini birbirine kışkırtmak mı?
Anayasa’nın hangi maddesinin değişeceği veya yer altı kaynaklarımızın kimler tarafından ele geçirildiği bir zamanlar hastane kuyruklarında inlediği günleri unutmayan… Ya da Resmi Dairelerden ‘bugün git, yarın gel’ zihniyetiyle yollanan vatandaşın umurunda mı? Halk, daha iyi yaşamak adına icraat istiyor! Bunu görün ve Başbakan’a başarısından dolayı kızacağınıza, kendinize hala eski teranelere takılı kaldığınızdan dolayı kızın. Boşa şehit olan evlatların ardından üç beş sözle ağıt yakacağınıza akan kanı durduracak köklü tedbirlerle çıkın ortaya. Kargaşa fırsatçılarına meydan bırakmayacak, bütünleştirici girişimlerle iktidara alternatif olun. Yıllarca kaderine terk edilmiş bölgelerde bugün dökülen kanlar ve yaşanan acılarda, tüm sorumluluğu iktidara yükleyeceğinize biraz da öz eleştiriye ve geçmişle muhasebeye yönelin. İşte bunları yürekten ve samimiyetle yapabildiğiniz an, hem gerçek muhalif hem de iktidara alternatif olabilirsiniz.
Son söz…
Bu satırlar herhangi bir partiyi kayırmak ya da aşağılamak için değil, herkesin insanca ve demokratik bir düzende yaşamasına inanan sade vatandaş bilinciyle yazılmıştır. Kendini bildi bileli kısır çekişmelerle yönetilen Türkiye’de akan kanların durmasını ve birlik-beraberlik refahının yaşanmasını gönülden arzu eden her bireyin, görünen gerçekleri dile getirme yükümlülüğüyle aktarılmıştır.
Üretilen ve önüne konan malı beğenmeyen, daha iyisini ve orijinalini üretip tüketiciye arz eder! Bu bilinç toplumda yerleştiği gün, ne Atatürk İlkelerinin yok olacağı korkusu ne de dış güçlere karşı boynu bükük duruştan eser kalmaz. Siyaset, karalamak ve yandaşlarını iktidara taşımak ya da ‘Ya sev ya terk et’ sloganını yerleştirmek için değil milletin kalkınması, ülkenin dünya nezdinde saygınlık kazanması için yapılırsa anlamlıdır. Gerçek vatanseverlik de budur! Var mı, halkçı-milliyetçi nutuklar atıp iktidarı kınayanların arasında bunu yapacak olan?
Anibal Güleroğlu

Etiketler : , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank