- Bilgi Agi | Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi ve Yazar Portali - https://www.bilgiagi.net -

Balyoz İndi, Ama!

Balyoz davası Cuma günü sonuçlandı. Bu işin buraya kadar varacağı olayın merkezindekiler için belki sürpriz olmamıştır. Ama bizim gibi bunları taşradan takip edenler için sürpriz oldu. Dile kolay on altı ile yirmi yıl arasındaki cezalar hiç de az değil. Ve özellikle darbeye teşebbüsten önce müebbet sonra darbenin teşebbüste kalmasından yirmi yıla indirilmesi…
Bu denli yüksek ceza iki yönüyle önemli… Birincisi madden yani süre oldukça uzun. İkincisi ise bu güne kadar bir sivil mahkemenin cesaret değil hayal dahi edemeyeceği kadar yüksek nitelikli bir cezayı verebilmesi.
Bu dava sonucu itibariyle bir milattır. Şimdi sırada Ergenekon, 28 Şubat ve On iki Eylül davaları var. Zannediyorum, bu davaların sanıkları işin ciddiyetini şimdi daha çok kavramışlardır.

Yargıtay bir bahane ile sil yeni baştan yaptırıp sanıkları bir müddet daha yargılatıp sonra yattıkları ile kalıp salıverilebilirler mi? Neden olmasın, 12 Eylül davalarında bunu çok gördük. Nice delikanlıları beş-on sene yatırıp sonra beraat ettiniz demediler mi? Ya da yattığına saymadılar mı?
Lakin bugün ben bu konuya başka yönden yaklaşacağım.

Sanıklardan emekli birinci ordu komutanı Orgeneral Çetin Doğan’ın son savunmasından bir paragrafı yazarak konuya giriş yapmak istiyorum. Ne demiş Orgeneral Doğan, “Davaya konu olan seminerde hem cephede uygulanacak askeri harekât, hem de cephe gerisinde uygulanacak sıkıyönetim planının konuşulduğunu ileri süren Doğan, eski Başbakan Necmettin Erbakan'ın 'Adil düzen mutlaka gelecek, kanlı mı gelecek, kansız mı gelecek onu zaman gösterecek?' şeklindeki sözlerini hatırlattı. Doğan, "Bu mealdeki söylemlerin parti liderlerince gündeme pervasızca taşındığı bir ortamda, ordunun geri bölgesinde bölücü ve irticai kalkışmaları sıkıyönetim planlarının tartışılması için senaryoya dâhil edilmesinden acaba neden rahatsızlık duyulmaktadır?". (Sabah Gazetesi) Yani şunu demek istiyor Orgeneral Doğan; “Sisteme aykırı bir hareket doğma ihtimali olduğunda veya doğduğunda silahlı kuvvetler kendisine verilen görev gereği, kendiliğinden harekete geçme yetkisi ve hakkına sahiptir. Bu tip durumlarda nasıl bir plan dâhilinde harekete geçileceğini tespit etmek silahlı kuvvetlerin görevleri arasındadır. Dolayısıyla bu gibi planların yapılması son derece doğaldır ve suç unsuru teşkil etmez”. O zaman şu soruyu sorabilir-miyiz; “Ülke içindeki rejime muhalif (sözlü veya eylem olarak) hareketlere kimseden direktif almadan doğrudan müdahale silahlı kuvvetlerin görevleri/hakları arasında mıdır? Lakin bu çok tartışıldı ve halledildi.

Hiç kimse(radikaller hariç) bu işe cevaz vermedi/vermiyor. Benim bahsetmek istediğim ve zaman-zaman yazılarımda ipuçlarını verdiğim bir sorum var “silahlı kuvvetlerini (amiyane tabirle) kimler gaza getiriyor. İnkâra ve saklamaya gerek yok, bu gaza getirmeleri 27 Mayıs, 12 Eylül ihtilallarında ayan-beyan gördük. Kısaca ihtilala kalkışan generallerin mutlaka (basın, bürokratik, hukuksal ve ekonomik) yurt içi destekçileri vardır. Buraya yurt dışı destekçilerini de dâhil edebiliriz. Ama bu şimdi konumuz değil. Bu yurt içi destekçiler ihtilal olduktan sonra nemalanmak için ortaya çıkarlar ve en büyük parsayı bunlar götürürler. Genelde asker yaptığı veya bir parmak bal ile kalır. Bir başka şey daha var ki; Bu derece önemli mevkilere gelmiş generaller (Eski Genelkurmay başkanı Hilmi Özkök’ün dediği gibi) dünya şartlarının değiştiğini ve “eski camların bardak olduğunu” neden göremezler? Acaba birileri generallerin tasfiyesi için generalleri gaza getirip onları oyuna mı getirdi? Yoksa “düzenin hâkimleri” onları görevleri gereği ”cepheye” mi sürdüler? Eğer öyle ise cephede helak olmak gibi bir kaderleri de vardı. Nitekim öyle gözüküyor. Şimdi; Generaller bu cezaları aldıklarında ne yapacaklar? Erkekliğe helal getirmeyip ağızlarına kilit mi vuracaklar, yoksa siz dışarıda, biz içerde olmaz öyle şey mi diyecekler? Bu generallerin bileceği iş… Yazımın sonunda başka bir şeye dikkatinizi çekeyim; Eğer ihtilallar ebediyen bu topraklardan sökülüp atılmak isteniyorsa iki şey yapılması gerekir. Birincisi ekonomik dengeler yeniden şekillendirilmelidir. İkincisi ise, ordunun sistemin bekçisi olmaktan çıkarıp ülkenin bekçisi haline getirilmelidir. Yoksa, gün gelir birileri şöyle der “mal bende, mülk bende, gün ola, harman ola”