content

22 Ara

Seçim

Bu yazıyı, 7 Haziran seçiminde yazmış ve yayınlamıştım. Ama sonra yayından kaldırdım. Gelen abuk subuk yorumlardan dolayı değil. Çünkü, hiç kale almam. Yazdıklarım hakkında ne denirse densin, sadece gülüp geçiyorum. Hatta okumuyorum bile. Kaldırmamın nedeni, yazının kankamla olan güzel ilişkimizi açığa vurması ve bunun herkes tarafından bilinmesini istemememden başka bir şey değildi. Ama bu tür yazılara toplumun ihtiyacı var. O yüzden yeniden yayınlıyorum. 11 Ekim 15

Seçim
Bugün, 7 Haziran 2015… Günlerden Pazar..Seçim var ve ben, oy verdikten sonra geldim bu yazıyı yazıyorum. (Saat, 12.30)
İlk oyumu, korkunun topluma tamamen egemen olduğu bir devirde, 1982’de, yeni anayasaya hayır olarak vermiştim. Yarı şeffaf zarfdaki “hayır” oyu, mavi rengiyle, dışarıdan belli oluyordu ve bir an için korktuğumu hatırlıyorum.
Bugün oyumun doğruluğuna hala inanıyorum ama, “hayır” oyunun yüzde onbirbuçukta kalması, doğrunun gücünün az olduğuna dair bir inancın bilinçaltıma yerleşmesine neden oldu herhalde ki, o gün bu gündür, seçimlerin bu ülkede bir şeyleri değiştirebileceğine pek inanmadım.
Her neyse, tee o günden bu güne kaç oy verdim hatırlamıyorum ama oy vermeyle ilgili genel inancım şu şekildeydi:
Sanki bütün toplumun oynadığı saçma sapan bir oyun vardı ve ben gönülsüzce o oyuna katılan yabancı biriydim.
Tutumum da şu şekilde:
Hiçbir zaman, iktidar partisine veya iktidar olacak bir partiye oy vermedim.
Ben, bir 78 kuşağıydım ve “Asi” rolü bizim kuşağa biçilmiş kaftandı. Ama çelişkime bakın ki, parlementer sisteme ve günün birinde onu elimize yüzümüze bulaştırmadan kıvırabileceğimize hep inandım.
Umut işte! “Fakirsin, işsizsin gel bize üye ol” dediler ve 1992 -1994 yılları arasında DSP ye( ecevit’in partisine) üye oldum. En azından parti binasına gidip, çay içebiliyordum. Ve yarım günlük sekreterlik karşılığı cebime üçbeş kuruş para giriyordu. Bunun dışında herhangi bir partide aktif olarak çalışmadım.
92 miydi her neyse, olan seçimde Refah partisi DSP yi ezip geçmişti. Seçim sonuçları açıklanırken duygularım, tuttuğu takımın yediği gollleri çaresizlikle seyretmenin, kişide yarattığı üzüntüye benziyordu. İşte bu olaydan sonra, parti tutmanın, takım tutmak gibi saçma sapan bir şey olduğunu kavrayıp, parti ayaklarından ve tuttuğum takımdan elimi ayağımı tamamen çektim. Ama parlementer sisteme hep inandım, hala inanıyorum. Çelişki işte! J
Tam da o yıllarda, toplumda genel bir yılgınlık oluşmuştu ve “hepsi aynı” söylemi çoğalmış, insanlar oy vermemeyi bir tür protesto yöntemi olarak kullanmaya başlamıştı.
1995 miydi neydi? Gene seçim.. ve benim Ortaköy’de dişimle tırnağımla kazandığım, gelir getiren bir tezgahım var. En azından kimseye muhtaç olmadan kendi yağımla kavruluyorum.
Her neyse, iktidar koalisyonu olan bir partinin milletvekili adayı, gelip tezgahımın önünde durdu ve elini uzattı tokalaşmak için. Oturduğum yerden kalkmadım ve uzatılan eli öyle havada bıraktım. Ve dedim ki,
“Hiçbirinize oy vermiyorum.bütün partileri protesto ediyorum.”
Adam çok şaşırdı ve elini indirip,
“Ama oy vermek senin görevin” dedi.
“Hayır görevim değil, HAKKIMM” dedim, son kelimenin ve son harfin üzerine basarak.
Ha tavrım havalı mıydı? Evet. Peki bu havalı tavır bana neye mal oldu?
Bir daha tezgah açmaya geldiğimde, tam tezgahımın arkasındaki duvara bir işaret konduğunu görmeme ve daha sonrasında ise altı ay boyunca tezgah açamamama.
Sonuçta ben sadece Ortaköy’den değil, İstanbul’dan da savruldum. (sonrasında tüm Ortaköy’ü hallaç pamuğu gibi attılar. Ki biz bunun böyle olacağının haberini daha önceden almıştık. İlk AVM olan Ak Merkez açılmadan önce, Ak merkezin açılacağı ve insanların Avm lere çekileceği, bunun için Ortaköy’ü bitirecekleri bize söylenmişti de kahkahalarla gülmüştük. “Ortaköy’ü bitiremezler” diye. Çok mahir bir biçimde bu işi yaptılar ve Ortaköy’ü hallaç pamuğu gibi attılar. Bizi savuranların kim ve ne olduğunu tahmin etsem de, fiziki olarak yüzlerini görmediğim ve varlıklarına somut olarak şahit olmadığım için, Ortaköy üzerinde uygulanan toplum mühendisliğinin profesyonelliğine de hayran kalmadım değil doğrusu J ) Her neyse konumuz seçimdi.
Her şeye rağmen, gene de, parlamenter sistemin olması gerektiğine, bu ülkede, partilerle ilgili değil, devlet yapılanmasıyla ilgili sorunlar olduğuna ve bir gün bu parlamenter sistemi adam gibi becerebileceğimize olan inancım hiç sarsılmadı.
Ki, bu kez oy vermeyenlere para cezası uygulaması başladı.
(Saat 18.30 ve sanırım yazı yarıya yaklaştı ve kolayladı ama yoruldum. Yaz, boz;, kalk dolaş düşün, toparla falan.. Yazı yazmak zor bi şey. Mola.. oysa bu yazıyı seçim sonuçları açıklanmaya başlamadan önce bitirmek istiyordum.)
Nerde kalmıştık? Evet… bu kez oy vermeyenlere para cezası uygulanması başladı. Bu benim Asi kimliğimi fena dürtükledi,
“Ne demek bu? İster veririm ister vermem, oy vermek hakkım, dava açacağım” falan filan cart curt bağırdım. . Ve kime nasıl dava açabileceğimi avukatlara bile sordum ama onlar da ne yapılacağını bilemediler. Sonuçta bir vatandaş olarak çaresizdim ki, kendisine “deli” denilen bir kadın arkadaşımın oy pusulasındaki bütün partilere evet basıp, üstüne de “hepinizi o kadar çok seviyorum ki, hiç birinizi birbirinizden ayıramıyorum” diye yazdığını öğrenince, bu dahiyane oy vermeme biçimine hayran kaldım ve bu kanun delme yönteminden ilham aldım. Bundan sonra, hiç kimsenin oy vermediği gariban bir partiye veya hakkının gasp edildiğine inandığım bir partiye oy vererek kendimce oyumu boşa attım.
Mesela, bir zaman Dsp yi ezdiği için beni üzen Refah partisi kapanıp da başka bir isimle açılınca oyumu ona verdim. Ne demek di ki parti kapatmak? Totaliterizimden başka!
Komünist partisinin yasağı kalktığında ve bu parti seçime katıldığında gittim oyumu ona verdim, komünist olmamama rağmen. O gün, bir taşla iki kuş vurduğumu düşünmüştüm. Hem yasaklamalara karşı duruşumu belirtmiş, hem de zaten az oy alacağını bildiğim bir partiye oy vererek, oyumu boşa atmıştım.
Hem ne demekti ki parti yasaklamak?
Totaliterizimden başka!
Dediğim gibi, parlamenter sisteme inanmama rağmen, herhangi bir iktidar partisine oy vermemem çelişki gibi görünüyordu ama, bu saçma sapan olduğuna inandığım oyunun içinde, ben de saçma sapan rolümü oynuyordum işte! Hem parlamenter sistemi işletmeyi beceremiyorsak, bunda parlamenter sistemin suçu yoktu. Suç, eski zihniyet yapısında, köhne devlet yapılanmasında, suç, insanların evrimleşmemiş beynindeydi bana göre.
Evet, ne demekti parti kapatmak veya yasaklamak veya baraj maraj gibi hilelerle bir partinin önünü tıkamak?
Bana göre, her kesim, meşru bir ortamda kendini özgürce ifade ederse, şiddet middet falan da olmazdı. Dolayısıyla hangi parti, hangi düşünce hangi kesim veya gurup, olursa olsun, kendini parlamentoda ifade edebilmeliydi. Hangi parti olursa olsun, yasaklanınca, kapatılınca veya önü tıkanınca, sanki ben yasaklanmış, sanki ben kapatılmış sanki ben engellenmiş gibi üzüldüm.
Böyle böyle son seçime kadar geldim. Hani şu, bundan önceki cumhurbaşkanlığı seçimine. Bu kez Selahattin Demirtaş’a oy verdim diye Chpliler tarafından bi dövülmediğim kaldı. (Bütün yakın çevrem, ailem, arkadaşlarım, mahallem, kentimin çoğunluğu.. hep CHP li.)
Oysa açıklamam oldukça mantıklıydı:
Kime vereyim, Erdoğan’a mı? O, totaliter sistemi pek sevdi. Ve ben zaten bir iktidar partisine ölsem oy vermem.
Ekmeleddin’e mi, adamı tanımıyorum ki. Adını bile yeni duydum.
Selahattin Demirtaş’ı ise belediye başkanı olduğu günden beri takip ediyorum ve politik duruşunu, söylediklerini, soğukkanlılığını ve hırçın olmayan yapısını çok beğeniyorum. Üstüne üstlük, bu ülkede hangi başkan panzerin önünde dimdik duracak kadar cesur oldu?
Dedim.. dedim.. ama, Türk olmama rağmen, nasıl olur da bir Kürde oy verdiğime bir türlü kafaları basmadı ve “Seni bile kandırmış ya, helal olsun!” dediler.
Kandırılmış, isyankar biri olarak bu seçime kadar geldim anlayacağınız. Dikkatli bir okuyucu, bu kez oyumun kime olduğunu tahmin etmiştir sanırım. HDP nin parti olarak seçime gireceğini öğrendiğim günden beri tabi ki, HDP’ye. Çünkü o saçma sapan barajı aşması gerek. Verdiğim karar kesindi. Oy verme konusunda da gönülsüz değil, pek hevesliydim. Çünkü hayatım boyunca ilk kez oyumun değerli olduğunu hissediyordum. Çünkü, baraj civarlarında, kritik noktadaydı HDP.
Evet … verecektim… vermeliydim. Kararım kesindi. Taa ki düne kadar.
Dün, yani cumartesi günü, saat 2.30 civarında, Memed Abi, oturduğum odanın dibine gelip “muğadder, muğaddeeer” diye bağırdı.
Kalktım pencereyi açtım.
“Ne var?”
Heyecanlı, “Bombalar patladı muğadder”
Bahsettiğinin HDP’nin mitingindeki patlama olduğunu anladım.
“Pegagalılar, atatürkün büstünü tekmelediler muğadder. Savaş çıkaracaklar muğadder, oyunu akepeye ver.”
Güldüm. “Yok memed abi hedepeye verecem.”
Yüzüme aval aval bakıyor.
“Hele gel, bi çay yapayım sana, konuşalım” dedim.
“tamam, ama o zayıflatan çaydan yap olur mu?” dedi.
Zayıflatan çay dediği, yeşil çay.
“Tamam.. hele sen gel”
“ama kapıyı açarsın he mi?” dedi.
“He açarım, merak etme, hadi gel.”
Memed abi, , Peygamberleri gördüğünü, buradaki Muğdat babayla konuştuğunu, evliyalarla konuştuğunu, söyleyen, herkesin “deli” dediği, görüntüsü perişan, meczup biri. Özetle, diğer taraf uzmanı ama bu dünyadan bi haber biri. Ama tuhaftır ki onun duaları tutuyor, benim buna defalarca şahit olmuşluğum var. Ve sıkı dostuz ikimiz.
Uzatmayayım, o içeri girip oturdu. Ben ona zayıflatan çay hazırlayıp getirdim.
Başladı konuşmaya,
“Sen pegagaya niye oy veriyon ki?! Onlar askerlerimizi öldürüyor, doğru mu değil mi?”
“memed abi, hedepe ile pekaka ayın şey değil.”
Ne dediğimi anlamıyor,
“Ama bunlar aynı.. doğru mu, değil mi? Bi de meclise girerlerse, kapıları kırıp saldıracaklar.”
“memed abi, asıl meclise girmezlerse savaş çıkar ve pekaka daha güçlenir.”
“Hiii demek seni de kandırmışlar” dedi, durdu, devam etti.. “ama sen biliyon değil mi seni çok sevdiğimi. Doğru mu değil mi?”
Biliyordum. Beni, babamdan sonra, kayıtsız, koşulsuz hesapsız seven yegane kişi memed abi.
“Doğru” dedim
“ya senin kapını kırıp, ırzına geçerlerse.. görmedin mi amerigalılar ırakta kadının kızın ırzına nasıl geçti. Televizyonda görmedin mi?”
“Geçmezler memed abi, neler düşünüyon ya!”
“Geçerlerse ya, ya savaş çıkarsa.. biliyon seni ne çok seviyom. Doğru mu, değil mi?”
Kapıya bakıyor, gözleri doldu, ağladı ağlayacak. Bu tür insanların soyutlama yeteneklerinin ne çok olduğunu, ve şu an sanki olay oluyormuş gibi kafasında canlanıp ona acı verdiğini biliyordum. Ne diyebileceğimi bilemedim. Hem ne desem beni anlamayacaktı.
Bir an gözüm dışarıya kaydı. Uzaktaki, çöp konteynırına, kenarlarına demir çubuk takılmış koca çuvalıyla, bir çöp toplayıcısı yanaştı. Öyle çoğaldı ki bunlar son zamanlarda. Suriyelilerin gelişiyle de adeta beşe, ona katlandılar. Ve adeta birbirleriyle savaşır hale geldiler. Bir onları, bir de altın kaplama klozetleri düşündüm. Sonra, aksaray’ı gördüğüm gün geldi aklıma. Gece yarısı… ve bomboş odalar.. odalar… bomboş odalarda ışıl ışıl yanan lambalar..arabayla gidiyoruz ve görüntü bitmiyor. Bu akıl almaz savurganlığa şaşırmış, hem de korkmuştum. Sonra algımda bir pencere daha açılmıştı. O yanan lambalarda korkuyu görmüştüm. Hani bir kadın gece evde yalnız kalınca ve korkunca, evin bütün ışıklarını yakar ya, işte buna benzer bir şey…O saraydaki boş odalarda yanan lüzumsuz ışıklardan yalnızlık ve korku fışkırıyordu sanki.
“Acaba başkan, suyun başındaki ejderhayı kızdırdı da mı ki, böyle korkuyor?” diye düşünmüş ve “ Onun için üzüldüm” demiştim de, niye böyle söylediğimi açıklayamamış, gene yanımdaki CHP’lilerden papara yemiştim.
Şimdi memed abiye desem ki,
“Bak memed abi, hani çocukken ip atlardık ya. Hani iki ebe ipin iki ucundan tutup çevirir, diğerleri sırayla çevrilen ipten atlar. İpe takılıp, diğer tarafa geçemeyen yanmış sayılır ve ebe olur.Eğer bir kişi İpe takılıp, ipin dengesini bozarsa ama bir yanan olmazsa oyun devam eder ama dengesi bozulan ipte bir sonraki yanarsa, ipin dengesini bozan ebe olur. Oyunun kuralı budur.
Bazen, biri ipe takılır ama ipin dengesi geç bozulur. Yani ipe takılanın arkasındaki yanmaz da, arkadakinin bir arkasındaki yanar. Yani ipi geçemez. İşte o zaman ip dalgalandı ondan yandım. “Öndeki suçlu” der. Oysa öndeki değil, onun önündeki ipe takılmıştır. Ama gözden ve durumdan uzaklaşmıştır. Dolayısıyla ipi dalgalandıranın kim olduğu tam belirlenemediği için, belirlense bile bu durumda ne yapılacağı bilinemediği için, (kurallar kesindir çünkü) ipin sallanmasından dolayı yanan, durumu ispatlayamaz ve yanmış sayılır.
İşte toplumsal olaylarda da böyledir. Herhangi bir zamanda, birinin uyguladığı yanlış bir politikanın sonuçları teee yıllar sonrasına yansır. Yanlış politikayı uygulayan kişi veya kişiler gözden ve durumdan uzak olduğundan, geç yansıyan sonucun nedenini insanlar bulamaz ve ne yapacaklarını bilemezler. Yani demem o ki, hiçbir tepkinin nedeni boş değildir. Geçmişte yapılan bazı hatalar olmasaydı bugün PKK da olmazdı. Bir topluma Ana dilini konuşmayı yasaklamak da nedir ya?” diyemedim, demedim.
Bu dediklerimin hiç birini anlamazdı. Kafasında basit bir mantık vardı. Şu anda asker ölmüyordu. Akp giderse barış biterdi. Buna inanıyordu. Barış olsun istiyordu. Bana bir şey olmasın istiyordu. Ben de barış istiyordum ve bunun yolunun her insanın demokratik haklarına saygı duymaktan geçtiğine inanıyordum. Ama sonuçta ikimiz de barış olsun, insanlar ölmesin istiyorduk.
“Memed abi, hedepenin meclise girmesi gerek” dedim
“Ya sana bir şey yaparlarsa?!” dedi gözleri dolu dolu, ağladı ağlayacak.
Beni ne çok seviyor diye düşündüm. Kayıtsız koşulsuz hesapsız… ve ben böyle bir sevginin ne kadar değerli olduğunu bilecek bir yaştaydım. O üzülmesin, sevinsin istedim.
Ve ağzımdan şu sözler döküldü, söylediğime şaştım.
“Tamam …üzülme.. ben akpartiye oy vericem ama sen de hedepe barajı geçsin diye dua edeceksin olur mu?”
“Tamam” dedi sevinçle. “Hatta inan hiç oy almasalar bile onları meclise sokacam ben. Sokarım.. doğru mu, değil mi?” Çocuk gibi.
Güldüm, “doğru” dedim
Ve bugün gidip, ak partiye oy verdim. Kendime şaştım, hayata şaştım. Üç gün önce “sen seçimde ak partisine oy vereceksin” deselerdi, “niye?! kafama saksı mı düşecek?” derdim. Dönüş yolunda durumun komikliğine güldüm. Biliyorum ki, bu yazıyı okuyan bir çok kişi bana kızacak. Ama yarın memed abiye ak partiye oy verdim dediğimde, o, sevinecek ve rahatlayacak. Ben, bu kez seçimimi sevgiden yana kullandım. Pişman değilim. J
(Saat 21.. Yazı bitti…HDP barajı geçti.)
HDP’nin olmazsa olmaz olduğu bir koalisyon kurulursa eğer, sadece parlamenter sisteme değil, bu topluma ve insanlığa olan inancım da artacak.
M.Ş.
Haziran 15 Mersin
Not: Bu seçimlerde kankamı da HDP ye oy versin diye ikna edeceğim.

Etiketler :

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank