content

22 Eki

Edebiyatımız ve Eleştiri

Eleştiri, bir söylemi, söylem biçimini, söylemin içeriğini, öznel olmayan, geçerliliği evrensel ve estetik değerlerle yargılar. Barthes, eleştiriyi tanımlarken, “Dünya vardır ve yazar konuşur. Eleştirinin konusu ise çok farklıdır; ‘dünya’ değil, bir söylemdir, bir başkasının söylemidir; bir birinci dil üzerinden gerçekleştirilen ikinci dil ya da mantıkçıların deyimiyle bir üst dildir.” diyor. 80’li yıllardan sonra ülkemizde sanatın her dalı bir kazanç aracı olarak görülmeye başladı. Özel sektörlerin şekillendirdiği sanat üretimi ‘işletmecilik’ mantığı üzerinden işlemeye başladı. Dolayısıyla sanat ticari bir unsur haline getirildi. Dolayısıyla sanat eserleri de birer meta halini aldı.  Öyle ki artık

“Sanatı ticaretsiz olarak düşünmeyen pek kimse kalmadı” demek çok da yanlış olmaz sanıyorum. Sanatın gelişmesi yönünde büyük katkıları olan eleştiri sistemi ise neredeyse büyük bir çöküş yaşadı böylece. Zira eleştiri yazıları gerçek anlamda eserin değerlendirilmesinden çok reklam ve tanıtım aracı olarak kullanılmaya başlandı ve güya adına eleştirmen denilenler bu iş karşılığında fahiş ücretler almaya başladı. Hem ne demişler ‘Parayı veren düdüğü çalar.’ Eserinin paraya dönüşmesini isteyenler de para vermekten kaçınmadı tabii. Yazar Sarah Thornton’un, sanat ve piyasa ilişkisinin geldiği duruma tepki gösterdiği “Sanat piyasası hakkında yazmamak için 10 neden” başlıklı yazıyla işini bıraktığını açıklaması, eleştirinin içinde bulunduğu durumu tüm dünyada tartışılır hale getirdi.

Tabii bu tartışma ülkemizde de sürmekte, ancak bu tartışma ülkemizde yine sanat ticareti yapan sermayenin katkılarıyla sürüyor. Türkiye’de eleştiri iki farklı yönden gelen saldırı ile çökmüştür maalesef. Bu saldırıların birincisi postmodern felsefenin bıktırıcı ve karşı konulmaz hale gelen başarısı ile vücut buluyor. Zira postmodern felsefe eleştiriyi küçümserken, bunun modernitenin başımıza bela olarak sardığı ve okuyucuyu baskı altında tutan bir mekanizma olarak görür.

Yazarla okur arasına belirli bir yönlendirici olarak girer ve kendi görüşlerini dayatır, “ideal” ölçüler koyar ve buna uymayanları mahkûm eder. Eleştiriye yapılan saldırıların ikincisi ise piyasa baskısıdır. Eskiden edebiyat dergilerde tartışılırdı. Edebiyat dergilerinin ise okuyucusuyla ilişkisindeki en büyük dayanağı ise eleştirilerdi. Bu nedenledir ki dergiler her yazar tarafından mutlaka takip edilmesi gereken organlar oluyordu. Zira dergiler etkilerinin büyük kısmını eleştirilerden alırlardı.

On binlerce okuyucuya sesleniyor olmalarının temelinde  de bu tartışma yaratan eleştiriler yatardı. Bitti mi bu özellik? Aslında bitmedi ancak böylesi yazılar artık eskisi kadar itibar görmüyor. Çünkü artık itibarı dağıtan başka merkezler söz konusu. Sermaye grupları itibar görmesini istedikleri eserleri ön plana çıkarıyor, okunsun denilenler okunuyor, okunmasın denilenler ise can çekişiyor adeta. Yayıncı- reklamcı arasındaki ilişkide bitiyor her şey.  Yani piyasada. Kitap tanıtımı denilen şey, gazetelerin kitap ekleri sayesinde eleştirinin yerini aldı.

Tanıtım ise tek yönlü. Bol bol boş laf ve yalnızca övgü… Zira nesnel eleştiri* postmodernler tarafından yasaklandı. Eleştiri, hem yazara hem de okura yazılardaki öğeleri gösterir. Hataların yanı sıra güzellikleri gösterir. Daha iyi, daha güzel eserlerin üretimini körükler.  Bu yanıyla eleştiri aslında edebiyatın olmazsa olmazlarından biri olmasına rağmen ülkemizde uzun bir süredir olumsuz yanıyla anılıyor oldu. Eleştiri deyince bir edebiyat eserinin aleyhine yazıyı anlıyoruz çoğu kez. Eleştiri son çözümlemede anlama, değerlendirme, yorumlama yazısıdır.

Eser üstüne olumlu yargıları da içerebilir. Ancak baştan sona övgü dolu bir yazıya da “eleştiri” değil tanıtma yazısı denebilir. Oysa bilenler bilir, Ataç’ın denemelerinin, eleştirilerinin okurda büyük bir haz uyandırdığını, keyifle beklendiğini o yazıların. Bir şairin yaşamını eleştirinin değiştirmesinin en güzel örneği Turgut Uyar’dır. Ataç’ın “Zarımı Turgut Uyar için atıyorum” cümlesi hem dikkatleri onun üzerine çekmiş hem de Turgut Uyar’ı arkalamıştır. Asım Bezirci de pek çok genci (O dönemde Gülsüm Akyüz imzasıyla yazan Gülsüm Cengiz’i mesela) teşvik etmişti. Ve pek çok yazar bu eleştirileri okuyarak, görerek sanat yaşamlarına devam etmişlerdir. Günümüzde içimize su serpen eleştirmenler de yok değildir aslında. Semih Gümüş, Jale Parla, Feridun Andaç, Mustafa Şerif Onaran, Ahmet Oktay, Özdemir İnce, Necmiye Alpay, Orhan Koçak, Nükhet Esen, Oğuz Demiralp, Metin Cengiz, Yücel Kayıran… Pek seyrek görünse de Mustafa Öneş, Sennur Sezer, Raif Özben, Konur Ertop,

Tahir Abacı da anılabilir… Ya da bir zamanlar Selim İleri, Enis Batur…  Bu isimleri çok fazla arttıramıyoruz yazık ki. Eleştiri dünyamızın sefaleti ayrıksı çıkışlar olsa da gün gibi ortada. Edebiyat ve sanat dünyamızın verimsizliği, çıkışsızlığı yazıktır ki yazınımızı “kapalı av alanı” durumuna getirdi. Eser metalaştıkça, pazarlama nesnesi olarak dolaşıma katılır hale geliyor. Böylece meta-kitap daha çok kitabın okunmasına değil, tüketilmesine yol açıyor. Bu anlamda da eserin yazınsal ölçütlerde nesnel olarak değerlendirilmesi, mihenk taşına vurulması önemsenmiyor. Önemsense bile bu değerlendirmeler farelerin kemirici eleştirisine bırakılacak metinler olarak “az satışlı” edebiyat dergilerinde görülüyor. Aydın Çubukçu; “Bence eleştirinin reçetesi olmamalı… Büyük eleştirmenlerin kullandığı yöntem ve ölçütler de bir reçete oluşturmamalıdır.

Ancak eleştiri bir işlev yerine getirmelidir. O da tartışma yaratmak ve daha iyisinin nasıl yapılabileceğine dair sorular ortaya atmaktır. Her sorunun cevabını ezbere veren eleştirmen tipi yerine, sorularla derinleşmenin yolunu açan eleştirmenlere ihtiyaç var. Üstelik öyle sorular vardır ki, bütün hazır cevaplardan daha ufuk açıcıdır. İyi eleştirmenin farkı, sorduğu soruların cevabını vermekten çok, cevaba giden yolları göstermek ve açmaktır. Bu daha zor, daha çok bilgi ve yetenek isteyen bir tarzdır.” diyor kendisi ile yapılan bir söyleşide.

Bir edebiyat eleştirisinde ustaların genel olarak söylemine göre ise: “Eleştirilecek eserin yeni olması ve bu evrene söyleyecek sözü olması, işlediği temaları ne kadar yaratıcı tarzda işlediği, “Yazarın yurdu dilidir” anlayışına bağlı olarak kullandığı dili ne kadar etkileyici kullandığı, insana dair anlattıklarında inandırıcılığı yakalaması…” bakılması gereken temel unsurlar olmalıdır. Günümüz edebiyatında eleştirinin etkinliğinin gitgide azalmasının nedenlerini eleştirinin kendisinde değil, dışında aramak gerekir ki aslına bakarsanız nitelikli eleştiri, kendini sürekli yenileyerek varlığını sürdürüyor. Dikkatli incelendiğinde ise öyle eleştiriler var ki edebiyatımızın eski kuşaklarının alımlama düzeyinin çok üstünde de oluşuyor.

Yazınsal metinleri kendi dışındaki etkenler ve ölçütlerle değerlendirmenin anlamsızlığını bilen, edebiyatı yazınsal ölçütlerle anlamaya çalışan, yazınsal metni yazarın üstünde gören bir anlayış, bugünün eleştirisini anlatıyor. Yalnızca küçük bir çevrenin, bir grup eleştirmenin çabasıyla yaşamayı sürdürüyor olsa da hala var olması güzel şey. Eleştirinin olmadığı yerde düşünceden de söz edemeyiz aslında. Zira düşünce kesintisiz bir değişim süreci içinde yaşar ve bu değişimin olmaması ölmek demektir düşünce için. Bu ölümün gerçekleşmemesinin yolu da eleştiridir.

Çünkü düşüncenin iç eyleminin enerjisi eleştiriden gelir. Ve eleştiri doğadaki her şey için olmazsa olmazdır. Zira sıradan hayatı eleştiriyle yoğrulmamış bir toplumda bireylerin eleştiri ve özeleştiriden uzaklığı, yaşananların doğru anlaşılamamasına, sürekli edilgin kalmaya neden olduğu gibi, sonunda edebiyatın da eleştiriden uzak durmasına yol açar. Önemli olan, görmeyi ve okumayı içselleştirmiş bireylerden oluşan bir toplum yaratmak.

Aslında pek çok sorunun anahtarı da burada. Bunun için belki de geç kaldık. Eğer bir iyileşme, düzelme olacaksa da bundan sonraki birkaç kuşağın çabası söz konusu olacak. Bu durum doğrudan düşünsel bir etkinlik olduğu için, düşünce üretimiyle ilişkisi zayıf bir toplumun edebiyatında, eleştirinin niteliğinin yüksekte oluşması da olanaksızdır. Yıllardır yaşıyoruz bu eksikliği. Yazarları, üniversiteleri, kültür kurumları eleştiriden uzak bir toplumun, egemen kültürün gölgesine sığınması kaçınılmaz olur.  Bu nedenle de eleştirinin eski tahtına oturmasının zamanı gelmiş, geçmektedir bile.

Nesnel eleştiri, Asım Bezirci tarafından başlatıldı. Eleştirinin eserden örneklerle desteklenmesi “nesnel” eleştiri diye adlandırılır.

Etiketler : ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank