content

09 Mar

Büyük Tehdit: Numûne-i İmtisalsiz Kalmak

Geçtiğimiz hafta ‘3. Milli Kültür Şûrası' yapıldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yaptığı ve üç gün süren şûrada mühim meselelere temas edildi. Önemli metinler ortaya çıktı. 17 komisyonun her birinde önemli isimler dertlerimize ve çıkış yollarına işaret etti.

Şûranın omurga komisyonu durumundaki ‘Şehir ve Kültür Komisyonu'nda da birbirinden kıymetli tebliğler sunuldu. Raporlar hazırlandı. Bakanlık yakın zamanda bunları yayınlayacak ve şura kararlarını hayata geçirmek için gayret sarf edecektir.

Cumhurbaşkanımız ilk günkü açılış konuşmasında önemli tespitlere yer verdi. İlk oturumu yöneten Bakan Nabi Avcı Hoca, Kanal 7'de program yaptığı döneme ait hoş bir hatırasını paylaşarak salonu kahkahaya boğdu. Allah daha hayırlı icraat ve faaliyetler yapmayı lütfetsin. Nabi Hoca, Allah bozmasın bakanlık kibri olmayan mütevazı bir insan. Ümit var olmamız için önemli bir neden.

Özellikle günümüz gençlerinin en büyük talihsizliğinin numûne-i imtisallerinin olmaması veya azlığı olduğunu düşünürdüm. Şura boyunca bu daha da pekişti.

Necip Fazıl, Cemil Meriç, Nureddin Topçu, Yahya Kemal gibi atıf yapılan kimselerin pek çoğunun hayatta olmaması calibi dikkatti.

Aslında tüm peygamberlerin hayatları, hem Müslümanlar, hem de bütün insanlar için numûne-i imtisalin ta kendisidir.

Bu meyanda Kur'an-ı Kerim bize Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. Eyüp, Hz. Musa, Hz. Süleyman, Hz. Lokman, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. Şuayb, Hz. Yusuf aleyhisselamlar gibi pek çok peygamberin kıssalarını anlatır.

Bunlar sadece bizlerin değil, aynı zamanda yöneticilerimizin de ibret ve ilham alması, uyması gereken numune kıssalar.

Hepsinden de önemlisi güzel ahlakı tamamlamak üzeri gönderilmiş Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve O'nun eşsiz sahabelerinin muazzam örnekleri var önümüzde.

Hatta İmam-ı Azam (r.a.), İmam-ı Maturudî (r.a.) gibi kurucu imamların; sarayı, saltanatı terk eden İbrahim Ethem Hazretleri gibi muhteşem imtisallerimiz de var, bilmek ve uymak isteyene.

İnsan, her zaman inanç ve değerlerini yaşarken üzerinde gördüğü ahlak âbidelerine ihtiyaç duyar. Özellikle de gençlerin buna ihtiyacı büyüktür.

Az da olsa hâlen aramızda yaşamakta olan numune insanlarımız yok mu? Ne kadar itibar ediliyor bilemiyoruz ama elbette var.

Bir başka yönüyle de acaba 15 milyonluk şehirde bunlar kaç kişi acaba? Ya da 80 milyonun içinde kaç kişiler? Bir elin parmağından az mı, çok mu?

Bugün öyle bir hastalığa yakalanmış durumdayız ki, herkes kişilerin örnek teşkil eden yönlerini değil, hatalarını öne çıkarıyor. Bir örnek verdiğinizde o kişi kendi cemaat/hizip/fırka ve sairlerinden değilse, hemen takılı kaldığı bir hasleti üzerinden dalıyor meseleye.

Allah uzun ve sıhhatli ömür versin Kadir Mısıroğlu ağabeyin ‘bir kişiyi yermek veya övmek için yalana ihtiyacımız yok' mealinde çok mühim bir sözü var. Ama biz buna pek uymuyoruz galiba.

İttifak ettiğimiz değil, ayrıştığımız yönlerimizi öne çıkarmak gibi güçlü bir hastalık kaplamış her yanımızı.

Bir diğer derdimiz ise, hiçbir yapıcı nasihate tahammülümüzün olmaması.Müslümanlar hiçbir konuda eleştiriyi hazmedemiyor. Hangi kişi veya kurumun icraatını usulünce eleştirmişseniz mutlaka direkt ya da dolaylı yoldan hadsiz uyarı veya tehdide varacak ihtarlar alıyorsunuz. Kendi yaptığını ‘vahiy' görüp size beddua ettiklerini de.

Onlara göre Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Sultan Abdulhamid Han, Yavuz Sultan Selim vs herkesi eleştirebilirsiniz. Hatta bizim peygamberlerden sonraki yegâne numune-i imtisallerimiz olan Sahabe-i Kiram-ı (hâşâ) dahi eleştirebilirsiniz ama yaşayan, makam ve mevki sahibi hiç kimseyi eleştirmeyeceksiniz.

Mesela Hz. Peygamber'in (s.a.v.) İstanbul'u fetih müjdesine nail olmak için, pek çok Sahabe-i Kiram ile Bizans seferine çıkan, İstanbul'u kuşatan, 6 ay süreyle Efes'i kuşatan Yezid'e, Hz. Muaviye'ye dilediğinizi söyleyebilirsiniz ama kıytırık bir makamı işgal eden bir kişi hakkında bir şey söyleyemezsiniz.

Söylerseniz işinizden olursunuz, sürekli uyarılırsınız, olmadı haddinizi bildirirler. Sürekli öveceksiniz. Sürekli el etek öpeceksiniz. Sürekli el pençe divan duracaksınız. Ama asla hakkı söylemeyeceksiniz. Asla yanlışlarını hatırlatmayacaksınız. Sekülerleşmeye itiraz etmeyeceksiniz. Makamlarını çiftlik gibi kullanmalarına söz söylemeyeceksiniz.

Haddi olmayan ve sadece yüksek makamlara yakınlığından başka kerameti bulunmayanlar bile gıyabınızda teviller ve ihtarlar yaparlar bunları da sineye çekeceksiniz.

Mesela Kâinatın Efendisi Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.), “Vallahi, kızım Fatıma bile olsa, ayrım yapmam” buyuracak ama biz ayırım yapacağız veya yapmamız istenecek. Yazık çok yazık!

Lisan elden gitti, numune-i imtisal pek kalmadı, ebeveynlerimiz görevlerini yapmadı. Gençlik iblislerin “rol model” veya “idol”  diye sunduğu hannasın eline düşme tehlikesiyle yüz yüze. Bilim putu karşımıza dip diri duruyor.

Siyer-i Nebi'yi, Hz Peygamber'in ömrünün sadece 60 gününü oluşturan savaşlardan ibaret gösteren kurgu, ciddi bir tuzaktı ve hâlâ bunun farkında değiliz.

Kısaca numune evlerimiz, numune mahallelerimiz, numune ebeveynlerimiz, numune münevverlerimiz çok azaldı.

Çünkü hayatımızı faturalara istila ettirdiler. Eski insanların maddi hamileri vardı. Günümüzde babadan miras bir varlığı yoksa yenilerin hepsi rızkını temin etme mücadelesi vermekten, ilim öğrenmeye, hayırlı hizmetlere zaman ayırma ve eser üretmeye vakitleri yok.

İlim adamı ve/veya numune-i imtisal adaylarının mesken ve iaşelerini çözüp hedefe kilitlenmelerini sağlayacak zengin bir dindar kitle ve sistem de yok.

İlim erbabının pek çoğunun yolu mecburen sistemin kıyısına veya tam göbeğine düşüyor. Sonrada mektep medreseyi, Kemalizmin seküler okullarından ibaret, ilmi bir fakülteden diploma almaktan ibaret görenlerin ipe sapa gelmez eleştirilerine maruz kalmak var ki, sanırım meseleyi en iyi bilenlerden olan Nabi Avcı Hocaya bu hususlarda da büyük mücadele ve gayret düşüyor.

Günümüz gençliği için feyiz alıp, izinden gidebilecekleri farklı dallarda, farklı meşrep/mizaçta insanların öne çıkarılması, desteklenmesi, plaket değil temel ihtiyaçlarını görebileceği maddi imtiyazlar sağlanması gerekiyor. Nobelciler, kimseye plaket vermiyor, büyük maddi imkanlar sunarak kişilerin özgürlüklerini satın alıyor. Bizim ise bağımlı kılmak bir yana önlerini açmamız şart. Bunu illa devlet yapmaz. Ama devleti yönetenler ön ayak olur.

Bugün devletin tepesindeki mühim şahsiyetlerin pek çoğu, özellikle 60, 70, 80'li yıllarda Necip Fazıl'dan Cemil Meriç'e, Nureddin Topçu'dan Mehmet Zahid Efendi'ye Mahir İz'den Kadir Mısıroğlu'na uzanan daha pek çok münevverin izini sürmüş, feyiz almıştı. Ya bu gün ne yapmalı?

Bugün hepimiz için dert edilmesi gereken ana meselenin bu savrulma, neslimizi yanlış limana sürüklemesi meselesi değil mi? Bu nedenle herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Hem de hemen!

 

Etiketler : , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank