content

30 Oca

Bülbülü Öldürmek!..

Aslında attığım bu başlık Harper Lee’nin bir romanının ismi. Bu romanın kahramanlarından Attikon oğlu Jem’e şöyle bir öğüt veriyor: “ Arka bahçedeki tenekeleri vurmanızı yeğlerim, ama kuşların peşine de düşeceğinizi biliyorum. İstediğiniz kadar karga vurun ama unutmayın ki bülbülü öldürmek günahtır. Bülbüller yalnızca müzik üretirler. Bizi eğlendirmek için bahçeleri yağmalamazlar. Yalnızca şarkı söylerler hem de yüreklerini paralayana dek.” Çok hoşuma gider bu sözler. Zira bize sanatın ve sanatçının önemini ve onlara zarar vermemek gerektiğini, onların el üstünde tutulması gerektiğini anlatır bize farklı bir örnekle. İşte bu yüzden severim bu sözleri.

- Ülkenin birinde çocuk ölümü endişe yaratacak bir boyuta ulaşmış. Bu nedenle de doktorlara, bilim insanlarına, siyasilere uygulanmak üzere geniş kapsamlı bir anket oluşturulmuş. Toplanan sonuçlar gıda yetersizliği, yaşam şartlarının bozukluğu, sağlığın korunması konusunda hüküm süren bilgisizlik …vb… şeklindeymiş. Aynı anketin soruları isabetli bir düşünce ile bir de sanatçılara sorulmuş.

Anket sorularının kaç kişiye ve kimlere sorulduğunun bir önemi yok aslında. Önemli olan sanatçıların verdiği cevaptır. Sanatçılar demişler ki: “Çocuk ölümünün bu seviyeye ulaşması yalnız sefalet, bilgisizlik … vb… değil, aynı zamanda sanatçıların ihmalidir. Eğer sanatçılar anne sütünün önemi, koruyuculuğu, besleyiciliği hakkında eserler üretmiş ve insanlara ulaştırabilmiş olsaydı, çocuklar ölmeyebilirdi.”
Doktorların, o ağır bilim adamlarının, siyasilerin bildikleri, söyledikleri yanında sanatçının da bir konu hakkında düşünceleri, söyleyecekleri olması doğal değil midir? Ama doğal gelmez birçok kişiye. Çünkü sanatçı diyince pek çoğunun aklına duygu ve hayal oyuncuları, renk, çizgi, parlak söz ve uyak uzmanları gelir. İşte bu gerçekleri ters-yüz etme hastalığındandır. Toplum içerisinde toplumun halledilmesi gereken, yanıtlanması beklenen yığınla dertleri, sorunları varken sanatçıyı faydasız, hazırdan yiyen, parazit haline getirmek adına ellerinden geleni yaptılar. Ama işin asıl kötü tarafı bunu o kadar ustaca yaptılar ki, sonunda sanatçıyı da faydasızlığa, hazırdan yiyiciliğe, parazitliğe alıştırdılar.

Ressam resim için resim yaparmış da, bu nedenle ressam denilirmiş onlara!.. Şair, şiiri şiir için yazar, yazdığı şiirde de tıpkı kelimeler gibi insanları, insanların yaşadığı sorunları hammadde olarak kullanır; böylece ne kadar çok göz boyar, kulak aldatırsa o kadar büyük şair olurmuş!.. Tiyatrocu, insanlara komiklik yaparak büyük tiyatrocu olurmuş!.. Müzisyen, ezgiler eşliğinde sadece aşk şarkıları üreterek gelirmiş bir yerlere!.. Yaratılan imaj bu yazık ki ve işin en kötü tarafı bazılarının da buna inanır hale gelmiş olması, halkın sorunlarından, yaşanılanları anlatmaktan uzaklaşması. Ne günlere kaldık ey sanat tanrısı Apollon?  İnsanın avazı çıktığı kadar bağırası geliyor.

Zor günlerden geçiyoruz ülke olarak; gülmekten, nefes almaktan, eğlenmekten hatta birileri ölürken yaşıyor olmaktan utandığımız günlerden. Belki de hepsi önceden kurgulanmış bir oyundur, böyle yaşamamız hep borçlu, suçlu hissetmemiz içindir, kim bilebilir. Bazen inadına daha çok çalışmak, inadına yaşama bağlanmak, inadına günlük hayata devam etmek isterken bazen de dibe çöküp küsmek, kendimizi kapamak istiyoruz çoğumuz. Domuz gribinden ölenler, dayak yiyen, tecavüze uğrayan, öldürülen kadınlar, hayat pahalılığı, işsizlik, şehirlerin orta yerlerinde patlayan bombalarla ölen yüzlerce masum insan, Güneydoğu’da süren adı konmamış iç savaşta evlerinden olan insanlar, ölen onlarca masum, çocuk ve şehit haberleri…

Albert Camus’un dediği gibi “Eğer dünya açık, aydınlık olsaydı sanat olmazdı.” Bizim ülkemizde ise her an bir dramla karşı karşıya olmamıza rağmen bir de sanata karşı bir tavır takınılıyor. Sanatçı asıl işlevini unutsun diye her şey yapılıyor adeta. Gerçek anlamda halkı aydınlatma, onlara bir anlamda doğruyu, güzeli estetik anlatımla iletme yükümlülüğü olan sanatçılar, dayakla, hapisle, sürgünle, işsiz kalma tehdidi ile bu işlevlerinden uzaklaşmaya başladılar. Oysa ülkemizin kurtuluşu belki de sanata ve sanatçıya verilecek değerde.

Ulu önder Atatürk bunun önemini en güzel şekliyle görenlerdendir. Yaşadığı dönemde sanatçıyı el üstünde tutmuştur. Hatta Atatürk nutkunu şu sözlerle bitirir:

“Efendiler! Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hattâ reisicumhur olabilirsiniz. Fakat sanatçı olamazsınız! Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kesilmiş demektir.”
Bu sözler üzerine heyecanlanan sanatçılar elini öpmek isteyince de şu muhteşem sözü söyler.
“Sanatçı el öpmez, sanatçının eli öpülür”
Ancak bu sözler bugün bazı sanatçılarımız tarafından unutulmuş görünmektedir. Zira baskılara boyun eğmiş, köşelerine çekilmiş, ya da el etek öper konuma gelmişlerdir. “Biz kalabalığız biz ne dersek o olacak” gibi bir baskı var yaşadığımız günlerde. Sürekli hak, hukuk ve adaletten bahsediyorlar ama hep onlara ulaşıncaya kadar. Nalıncı keseri gibi hep kendilerine yontuyorlar. Yazıktır ki şu sıralar ülkemizde dünyanın en korkunç şeyi, faşizm örgütlenmiş durumda.  Amaç, tek tipleştirmek, yok saymak, ötekileştirmek… İşte bu nedenledir sanata ve sanatçıya yapılan saldırılar. Zira sanatın hakim olduğu yerde açlık, hastalık, zulüm, acı, savaş olmaz. Bu ise emperyallerin hoşuna gitmez. Sürekli kontrol altında tutmak isterler sanatı, sanatçıyı. Başaramadıkları yerde de olmadık eziyetler bekler sanatçıları.

Sanata ve sanatçıya baskı uygulanmaya başlanılmışsa o ülkede gericilik kol geziyor demektir ve bir an önce bunun önüne geçilmelidir. Bülbülleri öldürmeyin artık. Bırakın ötsünler özgürce. Çünkü bülbüller yaşadıkça ve ürettikçe güzelleşecek dünya.

Etiketler : , , , , , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank